Ali İmran Suresi

3 - Ali İmran suresi Mehmet Okuyan meali ve tefsiri. 200 ayettir.

Rahmân, Rahîm olan Allah’ın adıyla.

  1. Elif. Lâm. Mîm.[1]

    1) Mukatta‘a harfleri hakkında bilgi için bkz. Bakara 2:1,

  2. Allah (ki) O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, hayatı elinde tutandır.[1]

    1) Bu ayet Yüce Allah'ın mutlak otoritesini göstermektedir. İbn Abbâs'a göre [el-hayy] "her diriden önce diri, her diriden sonra diri olacak, ayrıca hiçbir zaman ölmeyecek olan", [el-kayyûm] ise "kulların rızkını ve ecellerini belirleyip takdir eden kudret" demektir (Semerkandî, [Bahru'l-‘Ulûm], I, 192). Benzer mesajlar: Bakara 2:255; Âl-i İmrân 3:26-27; En‘âm 6:101-103; Nûr 24:35; Şûrâ 42:11; Haşr 59:22-24; İhlâs 112:1-4.

  3. (3, 4) O, sana Kitab'ı önceki kitapları(n aslını) doğrulayıcı olarak bir amaç ile indirmiştir. Daha önce insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Furkân'ı (doğruyu yanlıştan ayıran Kur'an'ı) da O indirmiştir. Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir.[1]

    1) Yüce Allah'ın "intikam sahibi oluşu" hakkında geniş bilgi için bkz. A‘râf 7:136, dipnot 1.

  4. (3, 4) O, sana Kitab'ı önceki kitapları(n aslını) doğrulayıcı olarak bir amaç ile indirmiştir. Daha önce insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Furkân'ı (doğruyu yanlıştan ayıran Kur'an'ı) da O indirmiştir. Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir.[1]

    1) Yüce Allah'ın "intikam sahibi oluşu" hakkında geniş bilgi için bkz. A‘râf 7:136, dipnot 1.

  5. Şüphesiz ki yerde de gökte de hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:77; En‘âm 6:3; Hûd 11:5; İbrâhîm 14:38; Nahl 16:19, 23; Tâhâ 20:7; Enbiyâ 21:4; Nûr 24:29; Neml 27:25, 74; Kasas 28:69; Yâsîn 36:76; Teğâbun 64:4; A‘lâ 87:7.

  6. Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur.[1] O'ndan başka ilah yoktur. Güçlüdür, doğru hüküm verendir.

    1) Benzer mesajlar: Mü'min 40:64; Teğâbun 64:3; İnfitâr 82:7-8.

  7. Sana Kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri muhkem (açık anlamlı)dır ki bunlar Kitabın anasıdır (esasıdır). Diğerleri de müteşabih (benzeşen anlamlı)lardır. Kalplerinde eğrilik olanlar, Fitne çıkarmak ve onu (arzularına göre) yorumlamak için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. (Oysa) onun (asıl) yorumunu Allah'tan başkası bilemez. İlimde derinlik sahibi olanlar ise "Ona inandık; hepsi Rabbimizin katındandır." derler.[1] Öz akıl sahiplerinden başkası (gerçeği) hatırlamaz.

    1) Bu cümle [Allâh] kelimesinin sonundaki [mim] secavendi yok sayılarak şöyle de tercüme edilebilir: "Onun yorumunu Allah ve ilimde derinlik sahibi olanlardan başkası bilemez."

  8. (Şöyle dua ederler:) "Rabbimiz! Bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalplerimizi eğriltme! Bize katından merhamet ver! Şüphesiz ki bolca veren yalnızca sensin.

  9. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe olmayan bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin." Şüphesiz ki Allah sözünden dönmez.

  10. Şüphesiz ki kâfir olanların malları da çocukları da Allah'a karşı onlara hiçbir şeyde asla yarar sağlamayacaktır. İşte onlar -evet onlar- cehennemin yakıtıdır.[1]

    1) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:116; Mücâdele 58:17.

  11. (Bunların durumu) tıpkı Firavun'un ailesi (destekçileri) ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. (Onlar) ayetlerimizi yalanlamışlardı; Allah da günahları sebebiyle onları yakalamıştı.[1] Allah, azabı şiddetli olandır.

    1) Günahlar "sebep", Yüce Allah'ın yakalaması ise "sonuç"tur.

  12. Kâfir olanlara de ki: "Yakında (dünyada) yenileceksiniz ve (ahirette) cehenneme sürüleceksiniz. Ne kötü bir yataktır (orası)!"

  13. (Bedir'de) karşı karşıya gelen (şu) iki grupta sizin için elbette bir ibret vardır:[1](Biri) Allah yolunda savaşan bir grup, diğeri ise onları apaçık bir şekilde kendilerinin iki katı gören kâfir (bir grup). Allah dilediğini (layık olanı) yardımı ile destekler. Şüphesiz ki görenler için bunda ibret vardır.

    1) Medine'deki yahudi gruplar, Mekkeli müşriklere benzemediklerini ve onların savaşlarda galip gelecek durumda olduklarını iddia ettikleri için Yüce Allah müşriklerin mağlup edileceklerini haber vermektedir. Bedir'de yaşanan durum, bu gerçeğin delili ve örneğidir. Çeşitli yönlerden bakıldığında bu iki ordunun karşılaşmasında, savaş esnasında ve sonrasında nice derslerin bulunduğu görülmektedir. Zira bir sonraki cümlede de geçtiği gibi, müşriklerin müminleri mevcut sayının iki katı görmesi de başlı başına bir delildir.

  14. Kadınlara, çocuklara, yığınla altın ve gümüşe, nişanlı atlara, (sağılabilen) hayvanlara ve ekinlere karşı aşırı düşkünlük o insanlara[1] çekici görünür. Bu(nlar), dünya hayatının geçimlikleridir. (Oysa) varılacak güzel yer, yalnızca Allah'ın katındadır.

    1) Ayetteki [li'n-nâsi] (insanlara) ifadesi kadın ve erkekleri kapsadığına göre, "kadınların insanlara çekici görünmesi" konusunda kısa bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyoruz. [li'n-nâsi] (insanlara) ifadesinde belirteç edatı olan [el] bulunduğundan, ayette geçen "çekici görünme"nin bütün insanlar için değil, belirli bir grup insan için olduğu anlaşılmaktadır. Konunun başladığı 10. ayetten itibaren kâfirler için mallarının ve çocuklarının yarar sağlamayacağı, günahları sebebiyle yakalandıkları ve cehenneme sürülecekleri ifade edildikten sonra 13. ayette "Biri Allah yolunda savaşan, diğeri ise kâfir olan iki grup"tan bahsedilmektedir. İşte 14. ayette geçen "insanlara çekici görünen" ifadesindeki "insanlar"ın, 13. ayetteki kâfir gruba mensup olan o insanlar olduğu kanaatindeyiz. Gerçeği Rabbimiz bilir.

  15. De ki: "Bunlardan hayırlısını size bildireyim mi? Takvâlı (duyarlı) olanlar için Rablerinin katında, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler[1] ve Allah'ın rızası vardır. Allah kulları görendir."

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:25; Nisâ 4:57.

  16. Onlar (duyarlı olanlar) "Rabbimiz! Şüphesiz ki biz iman ettik; bizim için günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" derler.

  17. (Onlar) sabredenler, dürüst olanlar, (Allah'a) boyun eğenler, infak edenler (verenler) ve seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler(dir).[1]

    1) Müminlerin geceleri değerlendirmeleri gerekliliğiyle ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:113; İsrâ 17:79; Tâhâ 20:130; Furkân 25:64; Secde 32:16; Zümer 39:9; Kâf 50:39; Zâriyât 51:16-18; Tûr 52:49; Müzzemmil 73:2-4, 20; İnsân 76:26.

  18. Allah, melekleri ve adaleti gözeten ilim sahipleri şahittir ki O'ndan başka ilah yoktur. (Evet) O'ndan başka ilah yoktur. Güçlüdür, doğru hüküm verendir.

  19. Şüphesiz ki Allah katında din İslam'dır.[1] Kitap verilenler ancak kendilerine bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düşmüşlerdi.[2] Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse (bilsin ki) şüphesiz ki Allah hesabı hızlı olandır.

    1) Benzer mesaj: Âl-i İmrân 3:85.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:213; Yûnus 10:93; Şûrâ 42:14; Câsiye 45:17; Beyyine 98:4.

  20. Seninle tartışırlarsa de ki: "Ben kendimi bana uyanlarla birlikte Allah'a teslim ettim." Kitap ehline ve ümmilere[1] de ki: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" Teslim olurlarsa doğru yolu bulmuş olurlar. Yüz çevirirlerse sana düşen, sadece (mesajı) ulaştırmaktır. Allah kulları görendir.

    1) [Ümmi] kavramı sanıldığı gibi "okuma-yazma bilmeyen" değil, "[el-Kitab]'ı (Tevrat'ı) bilmeyen", "kitap ehlinden olmayan" veya "Mekkeli" demektir. Buna göre söz konusu kavram, [el-ümmiyyûn/el-ümmiyyîn] şeklinde çoğul kalıpta Bakara 2:77'de "Kitabı (Tevrat'ı) bilmeyenler", bu ayette ve Âl-i İmrân 3:75'te "kitap verilmeyenler, kitap ehlinden olmayanlar", Cum‘a 62:2'de "Mekkeliler" anlamına gelmekte, [el-ümmî] şeklinde tekil kalıpta A‘râf 7:157-158'de "Hz. Muhammed" için kullanılmaktadır. Hz. Muhammed'in ümmiliği, onun peygamberlikten önce Tevrat'ı yani dini metinleri bilmemesi ve onlar hakkında yazılı veya sözlü yorumda bulunmaması, kitap ehlinden olmaması ve Mekkeli oluşu anlamındadır; konunun okuma-yazma bilmemeyle ilişkisi yoktur. Burada geçen "ümmiler" ifadesi, Âl-i İmrân 3:75'te de olduğu gibi öncesindeki bağlam gereği "kitap ehlinden olmayanlar" demektir.

  21. Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberleri öldürenler[1] ve adaleti emredenleri[2] öldürenler (var ya), onlara elem verici bir azabı müjdele![3]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:61; Âl-i İmrân 3:112, 181; Nisâ 4:155.
    2) Yüce Allah kitap ehli ve müşriklerin bir kısmının, adaleti emreden insanları öldürdüklerine dikkat çekmektedir. Bu ifade önceki cümlede geçtiği üzere "peygamberler"le ilişkili olarak anlaşılabileceği gibi daha önce Âl-i İmrân 3:18. ayette geçen ve "Allah'tan başka hiçbir ilahın bulunmadığına şahitlik edenler" bağlamında "adaleti gözeten ilim sahipleri" ifadesiyle de ilişkilendirilebilir. Bu durumda amaç, insanlara adaleti emreden bu ilim sahibi yiğitlerin inkârcı muhatapları tarafından öldürüldüğü mesajını vermektir.
    3) "Peygamberlerini öldürenler" ifadesi ile kastedilen, Hz. Şuayb, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya örneklerinde olduğu gibi peygamberleri öldüren yahudilerdir.

  22. İşte onlar, dünyada da ahirette de işleri boşa gidenlerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

  23. Kitaptan kendilerine bir pay verilenleri (kitap ehlini) görmedin mi?[1] Aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitabına çağrılıyorlar da sonra içlerinden bir grup dönüp yüz çeviriyor.

    1) Bu ifade "vahiyden biraz da olsa pay verilenler" anlamına gelmekte, kastedilen Medine döneminde Hz. Muhammed'in civarında yaşayan kitap ehlinden kişiler olarak belirlenmektedir. Onlar itiraf etmeseler de kitaptan istifade edip hakikatleri görmek istemeseler de sonuçta bir kısmı tahrif edilmiş de olsa ellerinde ilahi bir metin bulunduğu veya öyle bir metinden kendilerine bilgi ulaştığı anlaşılmaktadır.

  24. (Gerekçeleri ise), onların "Sadece sayılı günlerde bize ateş dokunacaktır." demeleriydi.[1] Uydurdukları şeyler, dinleri hakkında kendilerini aldatmıştı.

    1) Benzer mesaj: Bakara 2:80. Kur'an'da cehennemden çıkışın olmadığına dair mesaj verilen ayetlerdeki [hâlidîne fîhâ ebedâ] ifadeleri de bunun bir delilidir.

  25. Kazandıkları şeylerin haksızlığa uğratılmadan herkese tastamam ödenmiş (olacağı), kendisinde şüphe olmayan bir gün için onları topladığımız zaman (hâlleri) nasıl (olacak)!

  26. De ki: "Ey mülkün (otoritenin) gerçek sahibi (olan) Allah'ım! Sen dilediğine Mülk (otorite) verirsin ve dilediğinden mülkü (otoriteyi) geri alırsın. Dilediğini yükseltir; dilediğini de alçaltırsın. (Bütün) iyilik yalnızca senin elindedir. Şüphesiz ki sen her şeye gücü yetensin.

  27. Geceyi gündüzün içine koyuyorsun; gündüzü de gecenin içine koyuyorsun.[1] Ölüden diriyi çıkarıyorsun; diriden de ölüyü çıkarıyorsun. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin."[2]

    1) Benzer mesajlar: Hacc 22:61; Lokmân 31:29; Fâtır 35:13; Hadîd 57:6.
    2) Bu son iki ayet Yüce Allah'ın mutlak otoritesini göstermektedir. Benzer mesajlar: Bakara 2:255; Âl-i İmrân 3:2; En‘âm 6:101-103; Nûr 24:35; Şûrâ 42:11; Haşr 59:22-24; İhlâs 112:1-4.

  28. Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin![1] Kim bunu yaparsa, artık Allah ile bir şeyi (ilgisi) kalmaz. Ancak onlardan (kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden) korunmanız başkadır. Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor.[2] Dönüş, yalnızca Allah'adır.

    1) Bu ayet Nisâ 4:144, Mâide 5:51, 54, Mücâdele 58:22 ve Mümtehine 60:1. ayetlerle birlikte okunmalıdır.
    2) Âl-i İmrân 3:30'da da geçen bu cümle "Allah sizi kendisine isyan edip böylece O'nun azabına layık olmaktan sakındırıyor" veya "Allah size kendisine karşı dikkatli olmanızı hatırlatmaktadır" şeklinde de anlaşılabilir. Yüce Allah kimlerin kimleri niçin ve hangi şartlarda dost edindiğini gayet iyi bildiği için, asıl korkulması gerekenin başkaları değil de kendisi olduğunu hükme bağlamakta, bu noktada uyarıda bulunmaktadır.

  29. De ki: "Göğsünüzdekileri (kalplerinizdekileri) gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir.[1] Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye gücü yetendir."

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:33; Mâide 5:99; En‘âm 6:3; İbrâhîm 14:38; Tâhâ 20:7; Enbiyâ 21:110; Nûr 24:29; Neml 27:25; Ahzâb 33:54; Mü'min 40:19; Mümtehine 60:1; Mülk 67:13; A‘lâ 87:7.

  30. Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulacağı (o) günde (insan), işlediği kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunmasını içtenlikle dileyecek.[1]Allah kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullara çok şefkatlidir.

    1) Benzer mesaj: Zuhruf 43:38.

  31. De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki[1] Allah da sizi sevsin ve sizin için günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir."

    1) Bu buyruk, Yüce Allah'ın sevgisini kazanmak ve kurtuluşa ermek için Hz. Muhammed'e uymanın gerekliliğinin apaçık delilidir. Bu ayet A‘râf 7:157, 158 ve Zuhruf 43:61. ayetlerle birlikte okunmalıdır.

  32. De ki: "Allah'a ve Elçi'ye itaat edin! Yüz çevirirseniz (bilin ki) Allah kâfirleri sevmez."[1]

    1) Yüce Allah'a ve Elçisine itaatle ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:132; Nisâ 4:59; Mâide 5:92; Enfâl 8:1, 20, 46; Nûr 24:52, 54; Ahzâb 33:71; Muhammed 47:33; Fetih 48:17; Mücâdele 58:13; Teğâbun 64:12.

  33. Şüphesiz ki Allah; Âdem'i, Nuh'u, İbrahim Ailesi ile İmran Ailesini âlemlere (diğer insanlara) seç(ip üstün kıl)mıştır.

  34. (Bunlar) birbirinden gelme nesillerdir. Allah duyandır, bilendir.

  35. İmran'ın hanımı[1] şöyle demişti: "Rabbim! Karnımdakini özgür olarak sana adadım. (Bunu) benden kabul et! Şüphesiz ki yalnızca sen duyansın; bilensin."

    1) Burada sözü edilen İmran'ın eşi, Hz. Meryem'in annesi, Hz. İsa'nın ise anneannesi olan Hz. Hanne'dir.

  36. Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu çok iyi bilirken- şöyle demişti: "Rabbim! Ben onu kız (olarak) doğurdum. Erkek, kız gibi değildir.[1]Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan (koruman için) sana sığınıyorum."[2]

    1) Bu cümle Yüce Allah'ın bir cevabı olarak şöyle de tercüme edilebilir: "(Senin istediğin) erkek, (benim verdiğim) kız gibi olamaz."
    2) Bu cümlede Hz. Hanne'nin hem kızı Hz. Meryem hem de torunu Hz. İsa için duası söz konusudur.

  37. Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir şekilde (duasını) kabul etmişti; onu güzel bir bitki olarak yetiştirmiş[1] ve Zekeriya'yı da onun bakımıyla görevlendirmişti. Zekeriya mabette onun yanına her girişinde orada bir rızık bulurdu. (Zekeriya), "Ey Meryem, bu sana nereden (geliyor)?" dediğinde, o da "Bu, Allah katındandır." demişti. Şüphesiz ki Allah dilediğine (layık olana) hesapsız rızık verir.

    1) İnsanın insan olması için hücre oluşumuna gereksinim vardır ve bütün hücrelerin de doğrudan veya dolaylı, organik veya inorganik olarak "toprak"tan meydana geldiği bilinen bir gerçektir. Bu haliyle, her insanın topraktan tıpkı bir bitki gibi bir süreç halinde meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Özel olarak sadece Hz. Meryem için kullanılan "güzel bitki" ifadesi ise onun mucize yaratılışıyla ilgilidir (Bkz. Mehmet Okuyan, "Kur'an'da Hz. Meryem Mucizesi", [Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi], İstanbul, 2005, sayı: XVI, ss. 129-157).

  38. Zekeriya orada Rabbine dua etmiş ve şöyle demişti: "Rabbim! Bana tarafından hayırlı bir nesil ver! Şüphesiz ki sen duayı duyansın."

  39. O (Zekeriya) mabette namaz kılarken[1] melekler (ona şöyle) seslenmişlerdi: "Allah sana kendisi tarafından gelen bir sözü[2] doğrulayıcı, efendi, onurlu ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeliyor."

    1) Bu buyruk namaz, oruç, zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: Bakara 2:83, 183; Mâide 5:12; Yûnus 10:87; İbrâhîm 14:40; Kehf 18:21; Meryem 19:31, 55, 59; Tâhâ 20:14; Hacc 22:26-30, 34-37; Enbiyâ 21:73; Lokmân 31:17; Şûrâ 42:13.
    2) Burada ve Âl-i İmrân 3:45 ile Nisâ 4:171. ayette geçen [kelimeh] sözcüğü, "Yüce Allah'tan gelen her kelime"; "Hz. İsa'nın doğumu ve risaleti"; "peygamberlik görevine sahip kılınışı"; "Yüce Allah'ın Hz. İsa'nın yaratılmasıyla ilgili olarak [kün] ‘Ol!' emrini vermesi ve onun da Hz. Meryem'in rahminde oluşum sürecine girmesi" olarak anlaşılabilir.

  40. (Zekeriya) şöyle demişti: "Rabbim! Yaşlılık bana gelip çattığına, hanımım da kısır olduğuna göre benim (bir) oğlum nasıl olabilir ki?" (Melekler) şöyle demişti: "Öyle, (ama) Allah dilediğini yapar."[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:253; Âl-i İmrân 3:47; Mâide 5:1; Hûd 11:107; İbrâhîm 14:27; Hacc 22:14, 18; Burûc 85:16.

  41. (Zekeriya) "Rabbim! (Bu konuda) bana bir delil ver." demişti. (Melek) "Senin delilin, işaret (etmen) dışında insanlarla üç gün konuşamamandır." demişti. Rabbini çok an; akşam sabah (O'nu) tesbih et (yücelt)![1]

    1) İnsan sapasağlam olmasına rağmen, Yüce Allah tarafından konuşamaz hale getirilmekte olduğu gibi, alışılmışın dışında bir yaratmaya da elbette konu edilebilir. Bu şekilde değerlendirdiğimiz için tercümeyi de "konuşmama" değil de "konuşamama" şeklinde vermeyi tercih ettik. Ayette geçen [remz] kelimesi "işaret", "mimik" gibi anlamlar içermekte ve Hz. Zekeriya'nın sapasağlam olmasına rağmen üç gün boyunca konuşamadığı süreçte iletişimini sürdüreceği yol olarak belirlenmektedir. Ayrıca bkz. Meryem 19:1-11.

  42. Hani melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni âlemlerin kadınlarının üzerine seçti.

  43. Ey Meryem! Rabbine gönülden itaat et! Secde et; rükû edenlerle birlikte rükû et!"

  44. Bu(nlar), sana vahyetmekte olduğumuz gayb (bilinemeyen) haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye (kura çekmek için) kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar (bu konuda) çekişirken de yanlarında değildin.

  45. Hani melekler şöyle demişlerdi: "Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah sana kendisinden bir kelimeyi[1] müjdeliyor ki adı Mesih (yani) Meryem oğlu İsa'dır; dünyada da ahirette de itibarlıdır ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."

    1) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:39; Nisâ 4:171.

  46. O, beşikte de yetişkinliğinde de insanlara konuşacak ve iyilerden (olacak).[1]

    1) Bu ayet Meryem 19:29. ayetle birlikte okunmalıdır. Buradaki mesaj Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelip konuşması değil, normal hayatının ileri dönemindeki konuşmasıyla ilgilidir.

  47. (Meryem) "Rabbim! Bana hiçbir insan dokunmamışken nasıl (bir) çocuğum olabilir ki?" demiş, (melekler ise) şöyle demişlerdi:[1] "Öyle, (ama) Allah dilediğini yaratır.[2]Bir işe hükmettiği zaman ona sadece ‘Ol!' der, o da hemen olmaya başlar."[3]

    1) Bu ayet Meryem 19:20. ayetle birlikte okunmalıdır.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:253; Âl-i İmrân 3:40; Mâide 5:1; Hûd 11:107; İbrâhîm 14:27; Hacc 22:14, 18; Burûc 85:16.
    3) [Kün fe yekûnu] yani "yaratılış sistemi"yle ilgili detaylı bilgi için bkz. Bakara 2:117, dipnot 2.

  48. (Allah) ona Kitab'ı, hikmeti (doğru hüküm verme yeteneğini), Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

  49. İsrailoğullarına bir elçi olarak (görevlendirilecek olan İsa şöyle demişti): "Şüphesiz ki ben size Rabbinizden elbette delil getirmiş (olacağım). Şüphesiz ki ben size çamurdan bir kuş şeklinde bir şey (heykel) yapacağım, ona üfleyeceğim, o da Allah'ın izni ile kuş olacak. (Yine) Allah'ın izni ile körü ve (teni) alacalıyı iyileştirecek, ölüleri dirilteceğim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size bildirereceğim. İnananlarsanız şüphesiz ki bunda sizin için bir delil vardır.[1]

    1) Bu ayet Mâide 5:110. ayetle birlikte okunmalıdır.

  50. Önümdeki Tevrat'ı(n aslını) doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri de helal kılmam için (gönderildim).[1] Size Rabbinizden bir delil getirdim. Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun ve bana itaat edin!

    1) Bu mesaj İsrailoğulları'nın azgınlığı nedeniyle onlara özel bir ceza olarak haram kılınan bazı yiyeceklerin aslına döndürülmesi, yani helal kılınmasıyla ilgilidir. Bu ayet En‘âm 6:146. ayetle okunmalıdır.

  51. Şüphesiz ki Allah benim de Rabbimdir; sizin de Rabbinizdir.[1] O'na kulluk edin! Doğru yol budur."

    1) Hz. İsa'nın bu mesajıyla ilgili bkz. Mâide 5:117; Meryem 19:36; Zuhruf 43:64.

  52. İsa, onlardaki inkârcılığı sezince "Allah'a doğru (giden yolda) kim bana yardımcı olacak?" demiş, Havariler[1] de "Biz Allah'ın (yolunun) yardımcılarıyız;[2] Allah'a iman ettik. Şahit ol ki biz müslümanlarız"[3] demişlerdi.

    1) [Havârî] kelimesi "beyaz giyenler", "beyazlara bürünenler", "doğrulayıcılar", "samimi olanlar", "tertemiz kişiler" gibi anlamlara gelmektedir.
    2) Benzer mesaj: Saff 61:14.
    3) Yüce Allah'ın bütün peygamberlere gönderdiği me­sajların ortak adı "İslam"dır. Âl-i İmrân 3:19, 85, Enbiyâ 21:92 ve Mü'minûn 23:52 gibi ayetlerde dikkat çekilen husus da budur. Âl-i İmrân 3:52'de Hz. İsa'ya iman eden havârilerin müslüman olduklarını ilan ettikleri haber verilmektedir. Firavun'a karşı mücadelede Hz. Musa'nın yanında yer alan büyücülerin dile getirdiği duadaki ifadeleri A‘râf 7:126'da yer aldığı üzere "Müslümanlar olarak vefat ettirilmek" şeklinde ifade edilmektedir. Ayrıca Firavun'un ölümü esnasında söylediği, ancak iddiasını ispata zamanı kalmadığı için kendisinden kabul edilmeyen itirafında dile getirdiği ifadesi de "Ben de müslümanlardanım" şeklinde Yûnus 10:90'da hatırlatılmaktadır.

  53. (Havariler demişti ki:) "Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve o Elçiye[1] uyduk. Bizi şahitlerle birlikte yaz."[2]

    1) Buradaki [rasûl] ifadesiyle kastedilen elçi Hz. İsa'dır.
    2) Burada kastedilen şahitler, sadece Hz. İsa'nın peygamberliğini kabul eden havariler değildir. Başta peygamberler olmak üzere hakkın evrensel anlamda şahitleri her kimse havariler de işte onlarla birlikte anılmak ve yazılmak istemişlerdi. Burada dile getirilen hususlar ile Mâide 5:83'te bazı keşişlerin ve rahiplerin teslimiyet ifadeleri birbirine benzemekte, aynı noktada buluştukları anlaşılmaktadır.

  54. Onlar (yahudiler) tuzak kurdu. Allah da (buna karşı) tuzak kurdu.[1] Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.[2]

    1) Bu cümle "Allah onların tuzaklarını boşa çıkaracaktır" şeklinde anlaşılmalıdır. Bu tür ayetlerde geçen fiiller insanlar için kullanıldığında olumsuz bir anlama gelirken, Allah için kullanıldığında kastedilen Allah'ın o fiilin cezasını vereceğini bildirmesidir. Benzer kullanımlar için bkz. Bakara 2:15; Nisâ 4:142; Enfâl 8:30; Tevbe 9: 67, 79.
    2) Benzer mesajlar: En‘âm 6:123; Enfâl 8:18, 30; Ra‘d 13:42; İbrâhîm 14:46; Fâtır 35:10, 43; Mü'min 40:25; Tûr 52:42; Târık 86:15-16.

  55. Hani Allah şöyle demişti: "Ey İsa! Şüphesiz ki seni ben vefat ettireceğim;[1] seni bana (katıma) yükselteceğim;[2] seni kâfir olanlardan arındıracağım ve sana uyanları kâfir olanlardan kıyamet gününe kadar üstün kılacağım. Sonunda dönüşünüz sadece banadır ve ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hüküm vereceğim."

    1) Bu mesaj Nisâ 4:158 ve Mâide 5:116-117. ayetlerle birlikte okunmalıdır.
    2) Bu ayet Hz. İsa'nın ölümünden sonra Yüce Allah'ın katına yükseltildiğinin delilidir.

  56. Kâfir olanlar var ya, onlara dünyada da ahirette de şiddetli bir azapla azap edeceğim; onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

  57. İman edip iyi işler yapanlara gelince, (Allah) onların ödüllerini tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez.

  58. Bu, sana tilavet etmekte (okuyup aktarmakta) olduğumuz ayetlerden ve doğru hükümler içeren hatırlatma(lar)dandır.

  59. Allah katında İsa'nın örneği, Âdem'in örneği gibidir. (Allah) onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi, o da hemen olmaya başladı.[1]

    1) Bu ayette Hz. Âdem ile Hz. İsa'nın da Hûd 11:61, Necm 53:32 ve Nûh 71:17 gereği bütün insanlar gibi topraktan yaratıldığı dile getirilmektedir. [Kün fe yekûnu] yani "yaratılış sistemi"yle ilgili detaylı bilgi için bkz. Bakara 2:117, dipnot 2.

  60. Gerçek, Rabbinden (gelen)dir. Sakın şüphe edenlerden olma![1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:147; Yûnus 10:94.

  61. Sana bilgi geldikten sonra seninle bu konuda tartışanlara de ki: "Gelin, biz ve siz, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım; sonra da Allah'ın lanetinin yalancılar üzerine olması için gönülden lanetleşelim."[1]

    1) Meydan okuma içeriği nedeniyle bu ayete [mübâhele] (yalancı olan tarafın cezalandırılması için yapılan beddua) ve [mülâane] (karşılıklı lanetleşme) ayeti denmektedir.

  62. Şüphesiz ki bu, (İsa hakkındaki) gerçek haberlerin ta kendisidir. Allah'tan başka ilah yoktur. Şüphesiz ki Allah -evet O- güçlüdür, doğru hüküm verendir.

  63. Yüz çevirirlerse, şüphesiz ki Allah bozguncuları bilendir.[1]

    1) Yüce Allah bu gerçeklere rağmen aynı şekilde hakikatlerden yüz çevirenler olursa kendilerini [el-müfsidîn] yani "fesatçılar, bozguncular" olarak tanıtmakta ve onların kimler olduğunu, neler yaptıklarını, nelere sebep olduklarını gayet iyi bildiğini haber vermektedir. Ayette sözü edilen bozgunculuk inançta yapılanlardır ki en büyük fesatlık da bu olsa gerektir. Tevhidi zedeleyici her inanış bir çeşit bozgunculuktur ve Allah bunu yapanlara yaptıklarının hesabını soracaktır. Bu tür ifadelerde amaç bir taraftan müminlere moral vermektir; diğer taraftan da karşıtlarına gözdağı verilmesidir.

  64. De ki: "Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızdaki eşit (ortak) bir söze gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Kimimiz kimimizi Allah'ın peşi sıra rabler edinmeyelim!"[1] Yüz çevirirlerse (kitap ehline) "Şahit olun ki biz müslümanlarız" deyin.[2]

    1) Bu ayet ilahî mesajlardaki kaynak-ruh-içerik birlikteliğini göstermektedir. Bu ayet ayrıca En‘âm 6:90 ve Şûrâ 42:13. ayetlerle birlikte okunmalıdır.
    2) Ayetin iniş sebebi şöyledir: "Yahudiler Hz. Muhammed'e şöyle demişti: ‘Hristiyanların Hz. İsa'yı Rab edinmeleri gibi bizim de sadece seni Rab edinmemizi istiyorsun!...' Hristiyanlar da ‘Ey Muhammed, sen yahudilerin Hz. Üzeyir hakkında söylemiş oldukları şeyi senin hakkında söylememizi istiyorsun' demişlerdi. İşte bunun üzerine Yüce Allah da bu ayeti indirdi. Bana göre, doğruya en yakın olan görüş, bu ifadeyi Necrân Hristiyanlarına hamletmektir. Çünkü biz, Hz. Muhammed'in önce onlara deliller getirdiğini, sonra da onlarla [mübâhele] istediğini ama bu sırada insaflı olup mücadeleyi ve onları zorunlu olarak susturmayı arzulamayı terke dayanan söze geçtiğini açıklamıştık" (Râzî, [Mefâtîhu'l-Ğayb], VIII, 85). Bu ayetin Hz. Muhammed'in Medine civarındaki yahudileri İslam'a davet etmesi veya Necran Hristiyanları hakkında indirildiği de ifade edilmektedir (Taberî, [Câmi‘u'l-beyân], III, 302; Zemahşerî, [el-Keşşâf], I, 363).

  65. Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? (Oysa) Tevrat ve İncil ondan sonra indirilmişti. Akıl etmiyor musunuz?

  66. İşte siz böyle kişilersiniz! Hakkında bilgi sahibi olduğunuz konuda tartıştınız (da), hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığınız konuda niçin tartışıyorsunuz! Allah bilir, siz bilmezsiniz.

  67. İbrahim ne yahudi ne de hristiyandı fakat o, hanîf (Allah'ı birleyen) bir müslümandı ve müşriklerden değildi.

  68. İnsanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir.[1] Allah müminlerin dostudur.[2]

    1) Bu ayet hakikate ve değerlere sahip çıkmanın söylemle değil, eylemle mümkün olduğunu göstermektedir.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:257; Mâide 5:55-56; En‘âm 6:127; Câsiye 45:19.

  69. Kitap ehlinden bir kısmı, sizi saptırmak istemişlerdi. (Oysa) onlar sadece kendilerini saptırırlar[1] ve farkına (bile) varmazlar.

    1) Benzer mesaj: Nisâ 4:113.

  70. Ey kitap ehli! (Gerçeği) gördüğünüz hâlde Allah'ın ayetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?

  71. Ey kitap ehli! Neden gerçeği batılla karıştırıyor ve gerçeği bilerek gizliyorsunuz?[1]

    1) Benzer mesaj: Bakara 2:42.

  72. Kitap ehlinden bir grup şöyle demişti: "Müminlere indirilmiş olana gündüzün önünde (sabah) inanıp, sonunda (akşam) inkâr edin! (Böylece) belki onlar (dinlerinden) dönerler.

  73. Sizin dininize uyanlardan başka kimseye inanmayın!" (Onlara) de ki: "Şüphesiz ki (gerçek) rehberlik, Allah'ın rehberliğidir."[1] (O grup:) "Birine size verilenin benzerinin verilmesinden dolayı veya Rabbinizin huzurunda (aleyhinize) deliller getirecekleri için mi (böyle söylüyorsunuz)?" (Onlara) de ki: "Lütuf, Allah'ın elindedir. Onu dilediğine (layık olana) verir. Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:120; En‘âm 6:71.

  74. (Allah) rahmetini[1] dilediğine (layık olana) özgü kılar. Allah büyük lütuf sahibidir."

    1) Benzer mesaj: Bakara 2:105.

  75. Kitap ehlinden öylesi vardır ki[1] ona yığınla mal emanet etsen, onu sana (tastamam geri) öder. Onlardan öylesi de vardır ki ona bir dinar emanet etsen, başına dikilmediğin sürece onu sana (geri) ödemez. Bunun sebebi, "Ümmilere[2] karşı (yaptıklarımızdan dolayı) bize hiçbir yol (sorumluluk) yoktur." demeleridir. Onlar Allah hakkında bilerek yalan söylüyorlar.[3]

    1) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:69, 72, 75, 78, 113; Nisâ 4:46; Mâide 5:66; A‘râf 7:168. Bu ayet gruplardaki bütün kişilerin aynı olmadığını, içlerinde farklılıklar bulunabileceğini, bu yüzden de toptancı değerlendirmelerden kaçınılması gerektiğini göstermektedir.
    2) Burada geçen [el-ümmiyyîne] (ümmiler) ifadesi, Âl-i İmrân 3:20'de de açıkladığımız gibi öncesindeki bağlam gereği "kitap ehlinden olmayanlar" demektir.
    3) Yüce Allah Âl-i İmrân 3:78'de de geçen bu cümlede kitap ehlinden olan bu kişilerin bile bile Allah'a yalan isnat ettiklerini haber vermektedir. Belli ki bu kişiler kendilerini ayrıcalıklı görmelerini ilahi bir bilgiye dayandırdıklarını düşünmekte, bu davranışlarını onlara Allah'ın bildirdiğini iddia etmektelerdi. Onlara göre başkalarına karşı herhangi bir sorumluluklarının olmaması, dini kabullerinin bir sonucuydu. İşte Yüce Allah kendilerini yalanlamakta ve bu düşünceleri sebebiyle Allah'a yalan isnat ettiklerini bildirmektedir. Yûnus 10:18 ve Hucurât 49:16'da ifade edildiği gibi bu tipler "Allah'a bilmediğini haber veren" ve "O'na -hâşâ- din öğretmeye çalışan" insanlar olarak tanıtılmış olmaktadır. Buna benzer içeriklerde olmak üzere, Bakara 2:80 ve A‘râf 7:28'de de çeşitli uyarılar bulunmaktadır.

  76. Aksine kim sözünü yerine getirir ve takvâlı (duyarlı) davranırsa, şüphesiz ki Allah muttakîleri (duyarlı olanları) sever.

  77. Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir değer karşılığında satanlar (var ya), onların ahirette hiçbir payı yoktur. Allah kıyamet gününde onlara konuşmayacak, onlara bakmayacak[1] ve onları temize çıkarmayacaktır.[2] Onlar için elem verici bir azap vardır.

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:162; Âl-i İmrân 3:88; Nahl 16:85; Enbiyâ 21:40; Secde 32:29.
    2) Benzer mesaj: Bakara 2:174.

  78. Şüphesiz ki onlardan (kitap ehlinden) bir grup, (okuduklarını) kitaptan sanasınız diye Kitab'ı (Tevrat'ı okurken) dillerini eğip bükerler. (Oysa) o (okudukları), Kitaptan (Tevrat'tan) değildir. (Söyledikleri) Allah katından olmadığı hâlde "O, Allah katındandır." derler. Allah hakkında bilerek yalan söylerler.[1]

    1) Burada kitap ehlinden bazılarının yaptığı gibi din ya da Allah adına konuşurken aldatmamanın gerekliliğine dikkat çekilmektedir.

  79. Allah'ın kendisine Kitap, hikmet (doğru hüküm verme yeteneği) ve peygamberlik vermesinden sonra hiçbir insanın, insanlara "Allah'ın peşi sıra bana kullar olun!" demesi mümkün değildir.[1] Aksine (şöyle derler): "Kitabı (okuyup) öğreterek ve (ondan) ders yaparak kendini Rabbe adayan kullar olun!"[2]

    1) Bu cümlede [teslis] (üçleme) gibi inanışların uydurma olduğu bildirilmektedir. Ayrıca bu ayet herhangi bir peygambere kul olma iddiasının da hem kitaba hem peygambere hem de peygamberlik kurumuna yönelik bir iftira olduğunun delilidir.
    2) Ayette verilmek istenen temel mesaj, bütün peygamberlerin çağrısını öğretmektir ki arzu edilen durum ümmetin fertlerinin birer [rabbânî] olmalarıdır. [Rabbânî] olanlar yani kendini, benliğini, En‘âm 6:162'de belirtildiği gibi bütün desteğini, ibadetlerini, hayatını, ölümünü, bir anlamda her şeyini âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a adayan yiğitler olmak risalet çağrısının temel öğretisidir. Bu mesajda bütün ilahî öğretilerin ortak amacı dile getirilmekte, vahyi öğrenip öğretmek ve vahiyden ders yapmak gerektiği ifade edilmektedir.

  80. (Hiçbir peygamber) size "Melekleri ve peygamberleri rabler edinin." diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra (peygamberler) size kâfirliği emreder mi (hiç)!

  81. Hani Allah peygamberlerden "Ben size Kitap ve hikmet (doğru hüküm verme yeteneği) verdikten sonra beraberinizdekileri onaylayan bir elçi geldiğinde ona mutlaka inanacak ve yardım edeceksiniz." diye söz almıştı. "Bunu kabul ettiniz mi? Bu ağır sözümü[1] üstlendiniz mi?" dediğinde, "Kabul ettik." demişlerdi. (Bunun üzerine Allah) "(Birbirinize) şahit olun! Ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim." demişti.[2]

    1) Burada sözü edilen [ısr] yani "ağır yük", Hz. Muhammed'e kadar gönderilen bütün peygamberlerden alınan "gelecek olan yeni Elçi'ye inanıp ona yardım etmeleri" şeklindeki sözdür. Hz. Muhammed son peygamber olduğu için Bakara 2:286'da geçen "Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme" şeklindeki bu dua haliyle kabul edilmiştir ki A‘râf 7:157'de de buna değinilmektedir.
    2) Bu ayette peygamberlerin birbirlerine rakip değil, yardımcı olmaları gerektiği ve onlardan bu konuda söz alındığı belirtilmektedir.

  82. Bundan sonra kim dönerse, işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir.

  83. Göklerde ve yerdekiler ister istemez yalnızca O'na teslim olduğu hâlde, onlar (kitap ehli), Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? (Oysa) yalnızca O'na döndürülecekler.

  84. (Onlara) de ki: "Biz Allah'a, bize indirilene; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a ve (onların) torunlarına indirilene; Rableri tarafından Musa'ya, İsa'ya ve (diğer) peygamberlere verilenlere inandık. Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz.[1] Biz yalnızca O'na (Allah'a) teslim olanlarız."[2]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:136, 285; Nisâ 4:152.
    2) Benzer mesaj: Bakara 2:136. Bu ayette peygamberler ve öğretileri arasında ayrım yapılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir.

  85. Kim İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki bu) kendisinden asla kabul edilmeyecektir[1] ve ahirette o, kaybedenlerden (olacak)tır.

    1) Benzer mesaj: Âl-i İmrân 3:19.

  86. İman etmelerinden, Elçinin gerçek olduğuna şahit olmalarından ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra (hâlâ) inkâr eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola ulaştırır (ki)! Allah o zalimler topluluğunu doğru yola ulaştırmaz.[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:162, 217; Nisâ 4:134, 168; Muhammed 47:34.

  87. İşte onların cezası, şüphesiz ki Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetinin onların üzerine olmasıdır.[1]

    1) [La‘net] kelimesi "uzaklaştırmak", "sevaptan uzak tutmak", "ilahi rahmet ve merhametten uzak tutmak" anlamına gelmekte ve gerçekleri gizleyenlerin rahmet ve merhametten uzak tutulacakları anlamını içermektedir. Lanet edenlerin kim olduklarıyla ilgili olarak da bunların melekler, peygamberler ve salih kişiler olduğu ifade edilmektedir.

  88. Onlar orada (lanet içinde) ebedî kalıcıdır. Azapları hafifletilmez[1] ve onlara bakılmaz.[2]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:86, 162; Nahl 16:85; Fâtır 35:36; Mü'min 40:49; Zuhruf 43:75.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:162; Âl-i İmrân 3:77; Nahl 16:85; Enbiyâ 21:40; Secde 32:29.

  89. Ancak bundan sonra tevbe edip kendilerini düzeltenler hariçtir.[1] Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

    1) Yüce Allah imandan sonra küfre girenlere kapının tamamen kapanmadığını bildirmekte ve eğer tevbe edip durumlarını ıslah ederlerse onları bağışlayabileceğini müjdelemektedir. Bu bağlamda söz konusu kişilerin öncelikle [tâbû] yani "tevbe etmeleri, inkârdan vazgeçmeleri, kötülüklerin ve inkârın tersine yönelmeleri, yani iman etmeleri" gerektiği ifade edilmektedir. Tevbe, caiz olmayan şeyleri terk etmek ve gereken her şeyi yapmakla gerçekleşir. Tevbe "bir yanlıştan vazgeçip tersini yapmaya yönelmek" anlamına geldiği için, ayette ikinci sırada [aslehû] yani "ıslah etmek" ifadesi kullanılmaktadır. Yüce Allah'ın ifadesine göre imandan sonra küfre düşenler eğer inkârdan gerçek anlamda vazgeçerlerse, samimiyetle imana yönelirlerse onları da bağışlayabileceğini haber vermektedir. Benzer mesajlar: Bakara 2:159-161; Nisâ 4:16-17, 146; Mâide 5:39; Nûr 24:5; Furkân 25:70-71; Neml 27:11.

  90. İmandan sonra inkâr edip sonra da inkârda ileri gidenlerin tevbeleri asla kabul edilmez.[1] İşte onlar sapkınların ta kendileridir.

    1) Benzer mesaj: Nisâ 4:137.

  91. Şüphesiz ki inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya -dünya dolusu altını fidye olarak verse bile- (bu fidye) hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem verici bir azap vardır; onların yardımcıları da yoktur.[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:48, 123; Mâide 5:36; En‘âm 6:70; Yûnus 10:54; Ra‘d 13:18; Zümer 39:47; Hadîd 57:15; Me‘âric 70:11-14.

  92. Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) infak edinceye (verinceye) kadar asla iyiliğe ulaşamazsınız.[1]Şüphesiz ki Allah her neyi infak ederseniz (verirseniz) onu bilendir.[2]

    1) Benzer mesaj: Bakara 2:267.
    2) [İnfâk], kişiye bir servet ahlakı ve mal-mülk bilinci verir; mala sahip olmayı, mala ait olmamayı öğretir. Mala sahip olanlar onu gerekli şekillerde ve doğru yere verebilirler; ancak mala ait olanlar malının kölesi olacakları için malını veremezler. Elbette efendisini azad edebilen bir köleden söz edilemez. "Tünel kazmak" anlamından hareketle, [infâk] kavramı "fakir müslümanın gönlüne gizlice yol bulmak" demektir. infakta esas olan husus, onu muhatabın gönlü ve gururu kırılmadan gerçekleştirmek, kimsenin görmeyeceği bir şekilde onu fakire ulaştırmaktır.

  93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in[1] (Yakup'un) kendisine haram kıldıkları[2] dışında, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helaldi. De ki: "Doğruysanız o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun!"

    1) [İsrâîl] kelimesi İsrailoğulları'nın soylarının geldiği ilk atası olarak kabul edilen "Hz. Yakup" için kullanılmaktadır.
    2) Burada sözü edilen özel haramlarla ilgili bkz. Nisâ 4:160-161: En‘âm 6:146.

  94. Bundan sonra kim Allah'a yalan söylerse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

  95. De ki: "Allah doğruyu söylemiştir. hanîf (Allah'ı birleyen) olarak İbrahim'in milletine (dinine) uyun![1] O, müşriklerden değildi."

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:135; Nisâ 4:125; En‘âm 6:79, 161; Nahl 16:123; Hacc 22:78.

  96. Şüphesiz ki insanlar için kurulan ilk ev (mabet), âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olan Bekke'deki[1] (Kâbe)'dir.

    1) Buradaki [bekkeh] kelimesi "kalabalık" anlamında Mekke'deki harem bölgesine ait özel bir isimdir. [Bekke] kelimesi Mekke demektir.

  97. Onda apaçık deliller, (örneğin) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvende olur. Yoluna gücü yetenlerin o Evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir (hakkı)dır.[1] Kim (haccın farz olduğunu) inkâr ederse, şüphesiz ki Allah bütün âlemlerden zengindir (muhtaç değildir).

    1) Hac ibadeti müslümanlar için farzdır. Ancak burada kullanılan [‘ale'n-nâsi] (insanlar üzerinde) ifadesi ile haccın Allah'ın bütün insanlar üzerindeki hakkı olduğu belirtilmiştir.

  98. De ki: "Ey kitap ehli! Allah yaptıklarınıza şahitken, Allah'ın ayetlerini niçin inkâr ediyorsunuz?"

  99. De ki: "Ey kitap ehli! (Gerçeğe) şahit olduğunuz hâlde onu (Allah'ın yolunu) eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri niçin Allah'ın yolundan engelliyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."

  100. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi kâfirliğe döndürürler.[1]

    1) Benzer mesaj: Âl-i İmrân 3:149.

  101. Allah'ın ayetleri size tilavet edilirken (aktarılırken), Elçisi de aranızdayken nasıl inkâr edersiniz! Kim Allah'a sarılırsa elbette doğru yola ulaştırılmıştır.

  102. Ey iman edenler! Allah'a karşı, O'na yakışır şekilde takvâlı (duyarlı) olun! Müslümanlar olmanın dışında ölmeyin!

  103. Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın;[1] ayrılmayın![2] Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da kalplerinizi birleştirmişti[3] ve O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ateşten bir çukurun tam kenarındayken oradan da sizi kurtarmıştı. Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini size işte böyle açıklıyor.

    1) Vahye uymayla ilgili mesajlar için bkz. Bakara 2:63, 93, 256; Âl-i İmrân 3:103; Nisâ 4:175; En'âm 6:50, 106; A'râf 7:3, 144, 171; Yûnus 10:15, 109; Meryem 19:12; Hacc 22:78; Ahzâb 33:2; Zümer 39:55; Zuhruf 43:43; Câsiye 45:18; Ahkâf 46:9.
    2) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:105; En‘âm 6:159; Enfâl 8:46; Mü'minûn 23:53; Rûm 30:30-32.
    3) Benzer mesaj: Enfâl 8:63.

  104. Hayra çağıran, iyiliği emredip (öğütleyip) kötülükten engelleyen (sakındıran) bir ümmet olun![1] İşte onlar kurtulanların ta kendileridir.

    1) Bu ayet Âl-i İmrân 3:110 ve Tevbe 9:71. ayetlerle birlikte okunmalıdır. Ayetin "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip (öğütleyip), kötülüğü engelleyen (sakındıran) bir ümmet bulunsun" şeklinde tercüme edilmesi sorunludur. Çünkü burada sayılan özellikler bütün müminlerin özelliği olarak tanıtılmaktadır. Zaten kurtuluşa erecek kişilerin sadece bunlar olduğunun ifade edilmesi de bunu göstermektedir. Diğerleri kurtulamayacaktır. Ayetteki [minküm] ifadesindeki [min] edatına [beyâniye] (açıklama) anlamı vermeyi tercih etmekteyiz. "İyiliği emredip (öğütleyip) kötülükten engelleme (sakındırma)" ile ilgili ayrıca bkz. Mâide 5:79; A‘râf 7:164, 199; Hûd 11:116.

  105. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp parçalananlar gibi olmayın! İşte onlar için büyük bir azap vardır.[1]

    1) Lokmân 31:21'de ifade edildiği üzere [tefrika] ve ihtilaf bir ateştir ve içine düşenleri yakacaktır. İşte Kur'an bu felaketlerle karşılaşmamak için muhataplarını uyarmakta ve [tefrika] ile [ihtilaf]ı onların gündeminden çıkarmalarını istemektedir. Fikir belirtmesi bağlamında farklı görüşler elbette ileri sürülebilir; ancak bunları dini metin gibi mutlak doğru haline getirerek insanlara dayatmaya çalışmak dünyada perişanlığı, mahşerde ise ağır bir azabı beraberinde getirecektir. Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:103; En‘âm 6:159; Enfâl 8:46; Mü'minûn 23:53; Rûm 30:30-32.

  106. O gün (bazı) yüzler ağarır, (bazı) yüzler (de) kararır.[1] Yüzleri kararanlara "İmanınızdan sonra kâfir mi oldunuz! İnkâr etmenize karşılık azabı tadın!" (denecektir).

    1) Mahşerdeki yüzlerle ilgili benzer mesajlar: Yûnus 10:26; Zümer 39:60; Rahmân 55:41; Kıyâmet 75:22-25; ‘Abese 80:38-40; Mütaffifûn 83:24; Ğâşiye 88:2, 8.

  107. Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın merhametindedir; onlar orada ebedî kalıcıdır.

  108. İşte bunlar, Allah'ın sana bir gerçek olarak tilavet etmekte (okuyup aktarmakta) olduğumuz ayetleridir.[1] Allah âlemlere (yarattıklarına) haksızlık etmek istemez.

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:252; Câsiye 45:6.

  109. Göklerde olanlar da yerde olanlar da yalnızca Allah'a aittir. Bütün işler sadece Allah'a döndürülecektir.

  110. Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz (topluluksunuz): İyiliği emreder (öğütler), kötülükten engeller (sakındırır) ve Allah'a inan(ıp güvenir)siniz.[1] Kitap ehli de inan(ıp güven)seydi, elbette bu kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden inanıp (güvenenler) de var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.[2]

    1) Bu cümle Âl-i İmrân 3:104'teki mesajın nasıl anlaşılması gerektiğini yani "iyiliği emredip (öğütleyip) kötülükten engelleme (sakındırma)"nın ve Yüce Allah'a iman edip güvenmenin bir Müslümanlık göstergesi olduğu prensibini içermektedir. Benzer mesajlar: Mâide 5:79; A‘râf 7:164, 199; Tevbe 9:71; Hûd 11:116.
    2) Benzer mesaj: Hadîd 57:26. Bu ayetteki imanla ilgili fiiller "inanmak"tan öte, "güvenmek" demektir. Çünkü burada bahsedilen muhataplar zaten inanmış kişilerdi. İlgili fiiller "inanmak" anlamında kullanılacaksa, "doğru inanmak" anlamında yorumlanmalıdırlar.

  111. Onlar (kitap ehli), size sıkıntı vermekten başka hiçbir zarar veremezler. Sizinle savaşsalar, size arkalarını dönüp (kaçar)lar. Sonra onlara yardım da edilmez.

  112. Onlar (yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah'ın ipine (sözüne) ve insanların (müminlerin) ipine (sözleşmesine) sığınmanın dışında kendilerine alçaklık (damgası) vurulmuştur. (Onlar) Allah'ın gazabına uğramış ve çaresizliğe mahkûm edilmiştir. Zira onlar Allah'ın ayetlerini inkâr ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyordu. Çünkü isyan etmiş ve haddi aşmışlardı.[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:61; Âl-i İmrân 3:21, 181; Nisâ 4:155.

  113. (Ancak) hepsi aynı değildir.[1] Kitap ehlinden gece saatlerinde secde ederek Allah'ın ayetlerini tilavet eden (okuyup aktaran), ayakta olan bir topluluk vardır.[2]

    1) Âl-i İmrân 3:69, 72, 75, 78. ayetlerde de geçtiği üzere, Yüce Allah kitap ehlinin hepsinin aynı duyarsızlıkta olmadığını, kötüleri çoğunlukta olsa da içlerinden iyilerin de bulunduğunu, bütüncül bir değerlendirme yapmamak gerektiğini bu ayette ortaya koymaktadır. Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:69, 72, 75, 78, 113; Nisâ 4:46; Mâide 5:66; A‘râf 7:168.
    2) Müminlerin geceleri değerlendirmeleri ile ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:17; İsrâ 17:79; Tâhâ 20:130; Furkân 25:64; Secde 32:16; Zümer 39:9; Kâf 50:39; Zâriyât 51:16-18; Tûr 52:49; Müzzemmil 73:2-4, 20; İnsân 76:26.

  114. Onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder; iyiliği emreder (öğütler), kötülükten engeller (sakındırır) ve iyi işlerde yarışırlar. İşte bunlar, iyilerdendir.

  115. Yaptıkları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir (karşılıksız bırakılmayacaktır). Allah muttakîleri (duyarlı olanları) bilendir.

  116. Şüphesiz ki kâfir olanların malları da çocukları da Allah'a karşı onlara hiçbir şeyde asla yarar sağlamayacaktır. İşte onlar ateş halkıdır; onlar orada ebedî kalıcıdır.

  117. Bu dünya hayatında yapmakta oldukları harcamaların durumu, kendilerine haksızlık etmiş olan bir toplumun ekinlerini vurup da mahveden kavurucu rüzgârın durumuna benzer. Onlara Allah haksızlık etmedi fakat onlar kendilerine haksızlık ediyorlar.[1]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:57; A‘râf 7:160, 177; Tevbe 9:70; Yûnus 10:44; Hûd 11:101; Nahl 16:33, 118; Kehf 18:49; ‘Ankebût 29:40; Rûm 30:9; Zuhruf 43:76.

  118. Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin![1] Onlar size kötülük etmekten asla geri durmaz, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından (sözlerinden) elbette belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Akıl ediyorsanız, ayetlerimizi elbette size açıkladık.

    1) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:28; Nisâ 4:144; Mâide 5:51, 57; Mücâdele 58:22; Mümtehine 60:1.

  119. İşte siz şöyle kişilersiniz ki kitabın tamamına inandığınız hâlde, onlar sizi sevmezken siz onları seviyorsunuz. Onlar sizinle karşılaştıklarında "İnandık." derler. Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar.[1] De ki: "Kininizle (kahrolup) ölün! Şüphesiz ki Allah göğüslerin (kalplerin) özünü bilendir."

    1) Yüce Allah münafıkların kendileriyle baş başa veya yalnız, kendi başlarına kaldıklarında müslümanlara besledikleri kin ve öfkeyi ifade etmektedir. Bu ifadenin benzerinin yer aldığı Bakara 2:14'te "şeytanları (kafadarları) ile baş başa kaldıklarında" ifadesi yer almakta, Bakara 2:76'da ise "birbirleriyle baş başa kaldıklarında" cümlesine yer verilmekte, üç ayette verilen mesaj münafıkların ikiyüzlü tutumunu ortaya koymuş olmaktadır. Ayette yer alan "Size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar" ifadesi münafıkların öfkesini göstermekte, düşmanlık ve kinleri nedeniyle adeta deliye dönmüşçesine parmaklarını ısırdıkları anlamını vermektedir. "Öfkeden parmakları ısırmak" ifadesi elbette mecazdır ve kişinin ne düzeyde öfkeli olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bu ifade, Âl-i İmrân 3:118'de geçen "Kin ve düşmanlıkları ağızlarından (sözlerinden) elbette belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür" cümlelerinin açılımıdır.

  120. Size bir iyilik dokunsa, bu onları üzer; başınıza bir kötülük gelse buna da sevinirler. Sabreder ve takvâlı (duyarlı) olursanız onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.

  121. Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden ayrılmıştın. Allah duyandır, bilendir.[1]

    1) Bu ayette Uhud savaşı öncesinde bir savaş stratejisi olarak Hz. Muhammed'in 50 okçuyu, Okçular Tepesi denen ve stratejik önemi olan bir tepeye yerleştirmek için evinden erken çıkışı hatırlatılmaktadır.

  122. Hani Allah onların yardımcısıyken içinizden iki grup bozulmaya yüz tutmuştu.[1]Müminler, yalnızca Allah'a güvensinler!

    1) Ayetteki "iki grub"un Ensâr'dan iki kabile olan Haz­rec'den Seleme oğulları ile Evs'ten Hârise oğulları olduğu iddia edilmektedir. Savaşın kızışan döneminde bu iki grup Abdullah b. Übeyy'e inanmak üzereyken, Yüce Allah'ın onların velisi yani dostu olduğu ifadesi gereği kaçmamış ve ordudan ayrılmamışlardı. Ancak durumun fecaati onların paniklemesine neden olmuş, dağılmanın eşiğine gelmişlerdi. Sonuç olarak Yüce Allah'ın dostluğunun hatırlatılmasıyla bu iki grup da Hz. Muhammed'in yanında kalmıştı.

  123. Yemin olsun ki siz güçsüz olduğunuz hâlde Allah, Bedir'de de size yardım etmişti. Öyle ise Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun ki şükretmiş olasınız.

  124. Hani sen müminlere şöyle diyordun: "İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi desteklemesi, sizin için yeterli değil midir?"

  125. Evet, siz direnç gösterir ve Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olursanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı beş bin melekle sizi destekler.[1]

    1) Burada, Enfâl 8:9'da belirtilen Bedir'deki 1.000 melekle gerçekleştirilen yardım hatırlatılmaktadır.

  126. Allah bunu (meleklerle yardımı) size sadece bir müjde olsun ve onunla kalbiniz yatışsın diye yapmıştı. Zafer yalnızca güçlü, doğru hüküm veren Allah katındandır.[1]

    1) Bu üç ayet (Âl-i İmrân 3:124-126), Enfâl 8:9-10. ayetlerle birlikte okunmalıdır.

  127. (Allah) kâfir olanlardan bir kısmının kenarını (kökünü) kessin veya onları perişan etsin de umutsuz olarak geri dönsünler diye (size yardım eder).

  128. O konuda senin yapacağın herhangi bir şey yoktur. (Allah) ya tevbelerini kabul edip (onları affeder) ya da onlara azap eder. Şüphesiz ki onlar, zalimlerdir.

  129. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yalnızca Allah'a aittir. (Allah) dileyeni (layık gördüğünü) bağışlar; dileyene (layık gördüğüne) azap eder.[1] Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

    1) Bu cümle "Allah dilediğini (layık olanı) bağışlar, dilediğine (layık olana) ise azap eder" şeklinde de tercüme edilebilir. Benzer mesajlar: Bakara 2:284; Mâide 5:18, 40; ‘Ankebût 29:21; Fetih 48:14.

  130. Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin! Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun! Umulur ki kurtulursunuz.[1]

    1) Faizle ilgili olan bu ayetler, Bakara 2:275-281. ayetlerle birlikte okunmalıdır. Yüce Allah toplumsal hayatta diğer insanlarla ilişkinin nasıl olması gerektiğine dair çeşitli bilgiler verdikten sonra, bu ayetlerde de toplumsal hayattaki vazgeçilmezlerden birisi olan ekonomik konulardan bahsetmektedir. Faiz almayı yasaklayarak hükme bağlamakta, sorumlu davranmak gerektiğini ifade ederek, ilahi rahmete ve merhamete eriştirilmek için Yüce Allah'a ve Elçi'ye itaatin zorunlu olduğuna dikkat çekmektedir.

  131. Kâfirler için hazırlanmış (olacak cehennem) ateş(in)den korunun!

  132. Allah'a ve Elçi'ye itaat edin ki merhamete kavuşturulasınız.

  133. Rabbinizin bağışlamasına ve muttakîler (duyarlı olanlar) için hazırlanmış (olacak), genişliği de gökler ve yer kadar olan cennete koşun![1]

    1) Benzer mesaj: Hadîd 57:21.

  134. Onlar (muttakiler), bollukta da darlıkta da infak eder; öfkelerini yutar[1] ve insanları affederler.[2] Allah güzel davrananları sever.

    1) Benzer mesaj: Şûrâ 42:37.
    2) Benzer mesaj: A‘râf 7:199.

  135. Onlar, bir çirkinlik yaptıklarında veya kendilerine haksızlık ettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen bağışlanma dilerler.[1] (Zaten) günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Onlar, işledikleri kötülüklerde bilerek ısrar etmezler.

    1) Benzer mesaj: A‘râf 7:201.

  136. İşte onların ödülü, Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. (İyi) iş yapanların ödülü ne güzeldir![1]

    1) Benzer mesajlar: ‘Ankebût 29:58; Zümer 39:74.

  137. Sizden önce (nice milletler hakkında, ilahi) kanunlar elbette gelip geçmiştir. (Onun için) yeryüzünde dolaşın; sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın![1]

    1) İbret almak için yeryüzünde gezip dolaşmayla ilgili benzer mesajlar: En‘âm 6:11; Yûsuf 12:109; Nahl 16:36; Hacc 22:46; Neml 27:69; Rûm 30:9, 42; Fâtır 35:44; Mü'min 40:21, 82; Muhammed 47:10.

  138. Bu (Kur'an), bütün insanlığa bir açıklamadır;[1] muttakîler (duyarlı olanlar) için de bir rehber ve bir öğüttür.[2]

    1) Burada geçen [beyân] kelimesi ve aynı kökten gelen [tibyân], [beyyineh], [beyyinât], [mübeyyineh], [mübeyyinât] kelimeleri Kur'an'ın isimlerindedir ve "açıklama", "açıklayıcı" gibi anlamlara gelmektedir.
    2) Benzer mesajlar: Yûnus 10:57; İsrâ 17:82.

  139. Gevşemeyin; hüzünlenmeyin! İnanıyorsanız üstünsünüz.[1]

    1) Benzer mesajlar: Mâide 5:56; Kasas 28:35; Sâffât 37:173; Mücâdele 58:21. Yüce Allah Medine'deki müslümanlara seslenmekte ve Uhud'da yaşadıkları geçici mağlubiyet nedeniyle gevşememeleri ve hüzünlenmemeleri gerektiğine dikkat çekmek istemekte, inanıyor oldukları için sonunda galip gelecek olanların müslümanlar olduğunu müjdelemektedir. Eğer gerçek anlamda Yüce Allah'a inanılıp güvenilir ve O'nun buyrukları doğrultusunda hareket edilirse, Bedir'de olduğu gibi başka savaşlarda da başka zamanlarda da müslümanlar üstün olacaklar, üstünlüklerini sürdüreceklerdir. Bu yüzden, geçici sıkıntıları genele yaygınlaştırmayıp görev ve sorumluluklarımızı bilerek gevşemeyecek, hüzünlenmeyecek ve gerçekten inanıyorsak üstün olacağımızı unutmayacağız.

  140. Size (Uhud'da) bir acı dokunduysa, (Bedir'de de) o kavme benzer bir acı dokunmuştu. O (sıkıntılı) günleri[1] biz, insanlar arasında döndürür (durur)uz. Sonunda Allah iman edenleri bilir[2] (ortaya çıkarır) ve aranızdan şahitler edinir. Allah zalimleri sevmez.

    1) Benzer mesajlar: İbrâhîm 14:5; Câsiye 45:14.
    2) Bu ayetteki "Allah bilir" ifadesi, "Allah'ın bildirmesi ve/veya ortaya çıkarması" demektir. Özellikle burada ayetin devamındaki "ve aranızdan şahitler edinir" ifadesi de bunun delilidir. Benzer mesajlar: Bakara 2:143; Âl-i İmrân 3:142, 166, 167; Mâide 5:94; Tevbe 9:16; Kehf 18:12; ‘Ankebût 29:3, 11; Sebe' 34:21; Muhammed 47:31; Hadîd 57:25.

  141. Bir de (böylece) Allah iman edenleri arındırır; kâfirleri de helak eder.

  142. Yoksa siz Allah içinizden cihad edenleri (fedakârlık edenleri) ve sabredenleri bil(dir)ip (ortaya çıkarmadan) cennete gireceğinizi mi sandınız![1]

    1) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2.

  143. Yemin olsun ki siz onunla karşılaşmadan önce ölümü temenni etmiştiniz. Bakıp dururken onu (karşınızda) gördünüz.

  144. Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler elbette geçmiştir. O ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzerine (geriye, eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) iki topuğu üzerine (geri) dönerse, (bilsin ki) Allah'a asla zarar veremeyecektir. Allah şükredenleri ileride ödüllendirecektir.

  145. Her nefis belirlenmiş bir kitap (ilahî yasa) hâlinde yalnızca Allah'ın izniyle ölür. Kim dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de ahiret sevabını isterse, ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri ileride ödüllendireceğiz.

  146. Nice peygamberler vardı ki beraberinde kendilerini Rablerine adayanlar bulunduğu hâlde savaşmışlardı. Bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik göstermemiş, (düşmanlarına karşı) boyun eğmemişlerdi. Allah (işte böyle) sabredenleri sever.[1]

    1) Yüce Allah müslümanların Hz. Muhammed'i yalnız bırakmayıp onun yanında yer alarak düşmanlarına karşı koymaları gerektiğini hükme bağlamaktadır. Uhud'da çıkarılan asılsız bir habere inanıp Hz. Muhammed'in yanından uzaklaşanlar bu ayette dolaylı olarak eleştirilmekte, her şartta ve ortamda Hz. Muhammed'i desteklemeleri gerektiği ifade edilmiş olmaktadır. Buna göre, ayette ümmete yönelik bir bilinç inşasının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.

  147. Onların sözleri, sadece şöyle demekten ibaretti: "Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla.[1] Ayaklarımızı sabit tut! kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"

    1) [İsrâf], işlerdeki aşırılık ve taşkınlık demektir. Günahların bağışlanması duası için bkz. Bakara 2:286; Âl-i İmrân 3:16, 147, 193; A‘râf 7:151, 155; İbrâhim 14:41; Mü'minûn 23:109, 118; Şu‘arâ 26:86; Kasas 28:16; Sâd 38:35; Mü'min 40:7; Haşr 59:10; Mümtehine 60:5; Tahrîm 66:8; Nûh 71:28.

  148. Allah da onlara dünya nimetini vermiştir; ahiret sevabının güzelliğini de vermiş (olacak)tır.[1] Allah güzel davrananları sever.

    1) Benzer mesaj: Şûrâ 42:20. Yüce Allah sözünü ettiği yiğitlere dünyada sevap ahirette ise kendilerine sevabın daha güzeli olarak cennet ve cennet nimetleri vereceğini müjdelemektedir. Ahiret sevabının güzelliği son derece caziptir, tamdır; buna karşılık dünyanın sevabı eksiktir, azdır, geçicidir. Bu yüzden dünya sevabı için değil, ahiret sevabı için husn yani "güzel" ifadesi kullanılmış olabilir.

  149. Ey iman edenler! kâfir olanlara itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzere (eski dininize) döndürürler ve kaybedersiniz.

  150. (Oysa) Allah sizin mevlanız (efendiniz)dir. O, yardımcıların en hayırlısıdır.

  151. Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaları sebebiyle, kâfir olanların kalplerine yakında korku salacağız.[1] Onların barınağı ateştir. Zalimlerin yeri ne kötüdür!

    1) Burada geçen [er-ru‘b] kelimesi yürekleri adeta hoplatan, son derece etkili korku demektir. Anlaşılıyor ki şirk denen inanç bozukluğunun sonu "korku"dur. Bu her ne kadar açıktan görünmüyorsa da sahibinin içinde fırtınalar kopartmaktadır. Uhud'da galip durumda olmalarına rağmen Mekke'ye dönüş yolunda yeniden geri dönme fikri gündeme gelmesine rağmen, korkarak geri dönemedikleri ifade edilmektedir. Dahası Ebû Süfyân'ın Hz. Muhammed ve Hz. Ebû Bekir'le alay edişine cevap veren Hz. Ömer'in meydan okumasına karşılık veremediği de ifade edilmektedir. Burada sözü edilen korkunun özelde Uhud'da olsa da genelde bütün zamanları içeriyor olmasına engel bir durum yoktur.

  152. Yemin olsun ki siz O'nun izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah size olan sözünü yerine getirmiştir. Sonunda gevşeklik göstermiştiniz; (Allah) size sevdiğiniz (istediğiniz) şeyi gösterdikten sonra durum hakkında birbirinizle tartışmış ve isyan etmiştiniz.[1] Dünyayı isteyeniniz de ahireti isteyeniniz de vardı. Sonra (Allah) denemek için sizi onlardan geri çevirmişti. Yemin olsun ki sizi bağışlamıştı.[2] Allah müminlere çok lütufkârdır.

    1) Yüce Allah Uhud'da müslümanların kendi aralarında yaşadığı tartışmaları hatırlatmakta, Âl-i İmrân 3:125. ayette de belirtildiği gibi sabretmediklerini, sorumlu ve duyarlı davranmadıklarını ifade ederek durum hakkında birbirleriyle tartıştıklarını, dolayısıyla öncelikle istediklerine nail olduktan hemen sonra ganimet hırsına kapılarak Âl-i İmrân 3:121. ayette de belirtildiği üzere, Hz. Muhammed'in ayrılmamalarını tembihlediği yeri terk ettiklerini, emre isyanda bulunduklarını, sonuçta savaşın gerektirdiği ciddiyeti kaybedip gevşediklerini dile getirmektedir.
    2) Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, insanlar çok büyük günah da işlemiş olsalar herhangi bir inkâra kalkışmadıkları sürece onlar mümindirler; böylelerini imansızlıkla itham etmek hiçbir şekilde doğru değildir. Çünkü inkâr edilmediği sürece hiçbir günah Yüce Allah'ın [af] ve [mağfiret] sıfatlarından daha büyük değildir. Bu itibarla, müslümanlara düşen görev, hata işlediklerinde hemen [istiğfar] etmeleri, yani özür dilemeleri ve peşinden de özre neden olan şeyin tersini uygulayarak tevbeyi gerçekleştirmeleri, samimiyetlerini göstermeleridir. [Muttakî] [muhsin]ler hiç hata yapmayan kişiler değildir; Âl-i İmrân 3:135'te belirtildiği gibi onlar bilerek hatada ısrar etmeyenlerdir.

  153. Hani elçi sizi diğerlerinizin arasında (arkanızdan) çağırdığı hâlde siz uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Kaybettiğiniz (zafere ve ganimet)e de başınıza gelenlere de üzülemeyesiniz diye (Allah, Elçisinin) kederi üzerine size keder vermişti. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[1]

    1) Bu ayetlerde, Uhud'da yaşananların bir kısmı dile getirilmektedir.

  154. Sonra (Allah) o kederin arkasından size bir güven indirdi ki (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hâli bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da Allah hakkında cahiliye devrindeki türden yanlış ve yersiz zanlara kapılmışlar[1] ve "Bu işten bize ne var?" diyorlardı. De ki: "İş (karar), tamamen Allah'a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar." (Onlar) "Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik." diyorlar. (Onlara) de ki: "Evlerinizde kalmış olsaydınız bile öldürülmesi yazılmış olanlar, yataklarına (düşecekleri yerlere) çıkıp giderlerdi.[2] Allah göğüslerinizdekileri (kalplerinizdekileri) deneyip ortaya çıkarmak ve göğüslerinizdekileri (kalplerinizdekileri) arındırmak için (böyle yaptı). Allah göğüslerin (kalplerin) özünü bilendir."

    1) Yüce Allah Uhud günü müslümanların içinde yer alan bir grubun samimiyetsiz insanlardan oluştuğunu, kendi dertlerinin ve menfaatlerinin ötesinde herhangi bir düşüncelerinin bulunmadığını, bu yüzden de devam eden cümlede yer verildiği üzere Allah hakkında Cahiliye zannı türünden haksız zanlarda bulunduklarını haber vermekte, bir anlamda toplumun tahlilini yaparak Hz. Muhammed'i ve diğer muhatapları bilgilendirmektedir. Ayette geçen [ehemmethum enfüsühum] ifadesi "kendilerine önem verenler", "sadece kendilerini düşünenler", "canlarının derdine düşenler" anlamına gelmekte ve ordudaki münafıkların durumunu ortaya koymaktadır. Onlar savaşın gidişatını gözlemeden bir kısmı münafık Abdullah b. Übeyy'le birlikte meydandan kaçmışlardı; diğerleri de iki arada bir derece kalmanın huzursuzluğu içerisinde gözlerine uyku girmemiş, kendilerini bir türlü uyku tutmamıştı.
    2) Bu cümlede savaştan kaçanların ölümden kurtulamayacakları, dahası savaşa gitmezlerse düşmanların onları gelip evlerinde öldüreceği uyarısına dikkat çekilmektedir.

  155. (Uhud'da) iki ordu karşılaştığı gün sizi bırakıp gidenleri, işledikleri bazı hatalar yüzünden şeytan (yerlerinden) kaydırmıştı. Yemin olsun ki Allah onları affetmiştir. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, hoşgörülüdür.

  156. Ey iman edenler! kâfir olanlar ve yeryüzünde sefere çıkan veya savaşan kardeşleri hakkında "Bizim yanımızda olsalardı ölmezler, öldürülmezlerdi." diyenler gibi olmayın! Sonunda Allah bunu kalplerinde bir pişmanlık kılacak.[1] Allah diriltir (hayat verir) ve öldürür. Allah yaptıklarınızı görendir.

    1) Ayette kastedilen mesaj şöyle de anlaşılabilir: "Savaşa katılmamakla kalmayıp savaşan müminleri caydırmaya çalışanlara bu tavırları hasret sebebi olacaktır."

  157. Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, (şunu bilin ki) Allah'ın bağışlaması ve merhameti, onların topladıkları (dünyalıklar)dan elbette hayırlıdır.

  158. Ölseniz de öldürülseniz de Allah'ın huzurunda elbette toplanacaksınız.

  159. Allah'tan bir merhamet sebebiyle onlara yumuşak davranmıştın.[1] Kaba, katı yürekli olsaydın, şüphesiz ki etrafından dağılırlardı. Onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş(ler) hakkında onlarla istişarede[2] bulun![3] Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a güven! Şüphesiz ki Allah kendisine güvenenleri sever.

    1) Yüce Allah ölüm ve sonrasına dair çeşitli bilgilendirmeler yaptıktan sonra, sözü yeniden Uhud'da yaşananlara getirmekte ve o gün Hz. Muhammed'in tembihini tutmadıkları için Okçular Tepesi'ni terk eden ve sonuçta müslümanların mağlup olmalarına neden olan müslümanlara yumuşak davrandığını, bunu Allah'ın kendisine verdiği bir rahmet ve merhamet vesilesiyle gerçekleştirdiğini ifade etmektedir.
    2) Burada, danışılacak kişiler Uhud'da sorun sebebi olanlardır. Buna rağmen kendileri dışlanmamış, danışılacak kişiler arasında sayılmışlardır.
    3) Benzer mesaj: Şûrâ 42:38.

  160. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek kimse yoktur.[1] Sizi bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir ki! Müminler, yalnızca Allah'a güvensinler!

    1) Yüce Allah'ın mutlak üstün olduğu mesajını içeren bu ifadenin benzeri Yûsuf 12:21'de geçmektedir.

  161. Hiçbir peygambere, (emanete) ihanet etmesi yakışmaz.[1] Kim ihanet ederse, kıyamet günü, ihanet ettiği şey(in günahı ile) gelir. Sonra da haksızlığa uğratılmaksızın kazandıkları şeyler herkese tastamam ödenecektir.

    1) Bu ifade, "Hiçbir peygamber ihanetle suçlanamaz" şeklinde de anlaşılabilir.

  162. Allah'ın rızasını gözeten ile Allah'tan bir gazaba uğrayan kişi bir olur mu hiç! Onun barınağı cehennemdir. Ne kötü varış yeridir (orası)!

  163. Onlar, Allah katında derece derecedir. Allah onların yaptıklarını görendir.

  164. Şüphesiz ki içlerinden kendilerine (Allah'ın) ayetlerini tilavet etmekte (okuyup aktarmakta), onları (kötülüklerden) arındırmakta ve kendilerine Kitap ve hikmeti (doğru hükümleri) öğretmekte olan bir elçi göndermekle Allah müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydi.

  165. (Bedir'de düşmanınızın) başına iki katını getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi "Bu nasıl oluyor?" demiştiniz? De ki: "O kendi (kusuru)nuzdandır.[1] Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir."

    1) Ayette insanların başına gelen sıkıntıların bir kısmının kendi hak edişlerinin karşılığı olduğuna dikkat çekilmektedir.

  166. (166, 167) (Uhud'da) iki ordu karşılaştığı gün başınıza gelenler ancak Allah'ın izniyle olmuştur ki bu da müminleri (diğerlerinden) ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması içindi.[1] Onlara (münafıklara) "Gelin, Allah yolunda çarpışın veya savunma yapın!" dendiği zaman, "Savaşmayı (savaşın olacağını) bilseydik elbette size uyardık." demişlerdi. Onlar (o gün) imandan çok küfre yakındı. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.[2] (Oysa) Allah onların içlerinde gizlediklerini çok iyi bilendir.

    1) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2.
    2) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2. Yüce Allah önceki ayette hem müminleri hem de münafıkları ayırt etmek için Uhud'da yaşananlara izin verdiğini ifade ettikten sonra, bu ayette de onların nasıl ikiyüzlü davrandıklarını ifade etmektedir. Münafıklara Uhud günü "Gelin, Allah yolunda savaşın; bunu yapamazsanız hiç olmazsa savunmada olun; kalabalık görüntüye katkı vererek müşriklerin gözünün korkmasına yarayın" şeklinde çağrı yapıldığında onların cevabı tam münafıkça olmuş ve bu teklifi reddetmişler, Uhud günü savaşı bırakıp çekip gitmişlerdi.

  167. (166, 167) (Uhud'da) iki ordu karşılaştığı gün başınıza gelenler ancak Allah'ın izniyle olmuştur ki bu da müminleri (diğerlerinden) ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması içindi.[1] Onlara (münafıklara) "Gelin, Allah yolunda çarpışın veya savunma yapın!" dendiği zaman, "Savaşmayı (savaşın olacağını) bilseydik elbette size uyardık." demişlerdi. Onlar (o gün) imandan çok küfre yakındı. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı.[2] (Oysa) Allah onların içlerinde gizlediklerini çok iyi bilendir.

    1) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2.
    2) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2. Yüce Allah önceki ayette hem müminleri hem de münafıkları ayırt etmek için Uhud'da yaşananlara izin verdiğini ifade ettikten sonra, bu ayette de onların nasıl ikiyüzlü davrandıklarını ifade etmektedir. Münafıklara Uhud günü "Gelin, Allah yolunda savaşın; bunu yapamazsanız hiç olmazsa savunmada olun; kalabalık görüntüye katkı vererek müşriklerin gözünün korkmasına yarayın" şeklinde çağrı yapıldığında onların cevabı tam münafıkça olmuş ve bu teklifi reddetmişler, Uhud günü savaşı bırakıp çekip gitmişlerdi.

  168. (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında "Bize uysalardı öldürülmezlerdi." diyorlardı. De ki: "Doğruysanız kendinizden ölümü savın!"

  169. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma(yın)! Aksine onlar diridir, Rableri katında rızıklandırılıyorlar.[1]

    1) Benzer mesaj: Bakara 2:154.

  170. Allah'ın lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan (kardeşlerine de) hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.

  171. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve iyiliğin, (yani) Allah'ın, müminlerin ödülünü elbette ziyan etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedir.

  172. Yara aldıktan sonra yine de Allah'ın ve Elçi'nin çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâlı (duyarlı) olanlar için büyük bir ödül vardır.

  173. Bir kısım insanlar, müminlere "Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı (asker) topladılar; aman onlardan sakının!" dediklerinde, bu (durum) onların (müminlerin) imanlarını artırmış[1] ve "Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir (güven kaynağıdır)!" demişlerdi.

    1) İmanın artması, inanılacak şeylerin artmasıyla elde edilen bir durum olabilir. Kehf 18:13, Meryem 19:76, Muhammed 47:17 ve Müddessir 74:31'de "imanın" ve "hidayet üzere olanların hidayetlerinin artırılacağı"ndan söz edilmektedir. Hidayetin artması ifadesi, onun güçlenmesi, pekiştirilmesi ve sarsılmaz şekilde mukavemetli kılınması anlamlarına gelmektedir. Hidayet artacağına göre, bir çeşit hidayet demek olan iman da elbette artabilir. Bakara 2:2'de Kur'an'ın [muttakî]ler için hidayet kaynağı olması bir anlamda hidayetin arttığını gösterir. Zaten [muttakî] olan bir insanın Kur'an'ın hidayetinden istifade etmesi demek, [takvâ] üzere kalması ve [takvâ] ilkelerinin artışını hayatında uygulaması demektir. Benzer mesajlar: Enfâl 8:2; Tevbe 9:124; Kehf 18:13; Meryem 19:76; Hacc 22:54; Ahzâb 33:22; Muhammed 47:17; Fetih 48:4; Müddessir 74:31.

  174. (Bunun üzerine), kendilerine hiçbir sıkıntı dokunmadan, Allah'ın nimet ve iyiliğiyle geri dönmüş, Allah'ın rızasına uymuşlardı. Allah büyük iyilik sahibidir.

  175. İşte o şeytan ancak kendi dostlarıyla (onların adını kullanarak) sizi korkutmaya çalışır. İman etmişseniz onlardan korkmayın, benden korkun![1]

    1) Yüce Allah'tan korkmak, O'nun azabından ve gazabından korkmak demektir.

  176. İnkârda yarışanlar seni üzmesin! Şüphesiz ki onlar, Allah'a asla zarar veremezler. Allah onlara ahirette bir pay vermemek istiyor. Onlar için büyük bir azap vardır.

  177. Şüphesiz ki imana karşılık inkârı satın alanlar, Allah'a asla zarar veremezler. Onlar için elem verici azap vardır.

  178. Kâfir olanlar sanmasınlar ki kendilerine zaman tanımamız, onlar için hayırlıdır. Onlara zaman tanıyoruz; sonunda günahlarını artıracaklar. Onlar için küçük düşürücü bir azap vardır.[1]

    1) İnkârcılara zaman tanınmasıyla ilgili olarak bkz. A‘râf 7:183; Kalem 68:45; Müzzemmil 73:11; Târık 86:17.

  179. Allah pisi (kötüyü) temizden ayırana kadar müminleri, (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.[1] Allah size gaybı (bilinemeyeni) bildirecek değildir.[2] Fakat Allah elçilerinden dilediğini seçer.[3] Allah'a ve elçilerine iman edin! İman eder, takvâlı (duyarlı) olursanız sizin için büyük bir ödül vardır.[4]

    1) İmanda, ahlâkta ve davranışlarda yanlış, bozuk, eksik ve çirkin olan her şey, yerini doğru, sağlam ve iyi olana terk edinceye kadar bu değişim süreci devam edecektir. Esasında İslam ve dolayısıyla Kur'an dönüştürücü bir kitaptır; onun bu özelliğinden yararlanılmalı ve hayatta dönüşüm gerçekleştirilmelidir. Bu gerçeğe rağmen, insanların vahiy ile dönüşmek yerine, İslam'ı, yani vahyi dönüştürmeye çalışmaları ne kadar hazin ve korkunç bir duyarsızlıktır! Konuyla ilgili bütün ayetlere bakınca, bütünüyle kâinatın insan için, insanın da imtihan edilmek için yaratıldığını söyleyebiliriz. Buna göre, ayette verilmek istenen mesaj da Uhud gibi ağır sınavların uygulanmasının nedeni de kimlerin mümin, kimlerin kâfir ve münafık olduğunun ayıklanmasıdır.
    2) Bu mesaj Neml 27:65 ve Cinn 72:26-27. ayetlerle birlikte okunmalıdır.
    3) Benzer mesajlar: Hacc 22:75; Şûrâ 42:13.
    4) Ayette verilmek istenen mesaj, takvâlı davranmanın "sebep", mahşerde büyük ödül demek olan cennetle buluşmanın ise "sonuç" olduğuna dikkat çekilmesidir.

  180. Allah'ın, lütfundan kendilerine verdikleriyle ilgili olarak (infakta) cimrilik gösterenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; aksine bu, onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır.[1] (Oysa) göklerin ve yerin mirası yalnızca Allah'a aittir.[2] Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

    1) Bu mesaj Tevbe 9:34-35. ayetlerle okunmalıdır.
    2) Benzer mesaj: Hadîd 57:10.

  181. Şüphesiz ki Allah fakirmiş, biz ise zenginmişiz!" diyenlerin sözünü Allah kesinlikle duymuştur. Onların (hem bu) söylediklerini, (hem de) haksız yere peygamberleri öldürmelerini[1] yazacağız[2] ve (onlara) "Tadın o yakıcı azabı!" diyeceğiz.

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:61; Âl-i İmrân 3:21, 112; Nisâ 4:155.
    2) Bu cümle "insanların amellerinin kaydedilmekte olduğunun" delillerindendir. Benzer mesajlar: Nisâ 4:81; Yûnus 10:21; İsrâ 17:13; Kehf 18:49; Meryem 19:79; Enbiyâ 21:94; Yâsîn 36:12; Zuhruf 43:80; Câsiye 45:29; Kâf 50:18; Kamer 54:53; İnfitâr 82:10-12; Târık 86:4.

  182. "İşte bu, ellerinizin öne sunduğu şeyler yüzündendir." (denecektir). Elbette Allah kullara asla haksızlık edici değildir.[1]

    1) Benzer mesajlar: Enfâl 8:51; Hacc 22:10.

  183. (Yahudiler) "Doğrusu Allah bize, (gökten inen) ateşin yiyeceği (yakıp kor edeceği) bir kurban getirmedikçe hiçbir Elçi'ye inanmamamızı emretti." demişlerdi.[1] De ki: "Size, benden önce apaçık deliller, (özellikle) dediğiniz (konu) ve elçiler elbette gelmişti. Doğruysanız peki onları niçin öldürdünüz?"

    1) Ayette yer alan "ateşin yediği kurban" ifadesi ile kastedilenin ne olduğu konusunda çeşitli ifadeler ileri sürülebilir. Bu çerçevede "ateşin yediği kurban" ifadesi, "yakılarak sunulan bir kurban" olabileceği gibi "ateşin bitirdiği bir kurban" anlamına da gelebilir. "Buna göre yanık kurbanları kutsal ayinlerin temel bir unsuru kılan Hz. Musa şeriatına uymayan bir risalet söylemi onlar tarafından reddedilme sebebi olarak kabul edilmekteydi. Hz. Musa şeriatının bu yönü Kudüs'teki İkinci Mabed'in yıkılmasından beri uygulanamaz durumda olduğundan, Talmud sonrası yahudileri kendilerine vadedilen Mesih'in Musevi ayinlerini eski bütünlüğü içerisinde yeniden hayata geçireceğine inanıyorlardı. İşte ayette onların söylemek istedikleri buydu" (Muhammed Esed, [Kur'an Mesajı,] s. 128'de 141. not). Onların bu konudaki söylemleri ve kanaatleri Kitab-ı Mukaddes'te Yaratılış 15:17, Levililer 1:7, tesniye 13:16, Birinci Kırallar 18:38'deki bilgilerle ilişkilidir. Demek ki onların ileri sürdüğü şart, risalet noktasında Musa şeriatının bütün ilkelerine uygunluğu içermekteydi. Ancak Tevrat tahrifata uğradığı için bu bilginin ilahi mesajlarda ne kadar yer aldığı veya ne kadarının doğru olduğu noktasında elimizde sağlam bir delil bulunmamaktadır.

  184. Seni yalanlarlarsa (üzülme)! Apaçık deliller, sahifeler ve aydınlatıcı kitabı getiren senden önceki elçiler de elbette yalanlanmıştı.[1]

    1) Benzer mesaj: Fâtır 35:25.

  185. Her nefis (can), ölümü tadıcıdır.[1] Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size elbette tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulursa, elbette o kurtulmuştur. Dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.

    1) Benzer mesajlar: Enbiyâ 21:35; ‘Ankebût 29:57; Zümer 39:30.

  186. Şüphesiz ki mallarınız ve canlarınız konusunda deneneceksiniz. Şüphesiz ki sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok eziyet (verici sözler) duyacaksınız. Sabreder ve takvâlı (duyarlı) davranırsanız şüphesiz ki bu(nlar), kararlılık (göstermeye) değer işlerdendir.[1]

    1) Bu ayette eziyetlere karşı gösterilmesi gereken tavra dikkat çekilmektedir.

  187. Hani Allah kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz"[1] diye söz almıştı. Onlar ise bunu sırtlarının arkasına atmışlar;[2] onu az bir değer karşılığında satmışlardı. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötüdür!

    1) Gerçeklerin ilan edilmesi ve gizlenmemesi gerektiğiyle ilgili mesajlar için bkz. Bakara 2:140, 159-162, 174-175, 283.
    2) Benzer mesaj: Bakara 2:101.

  188. Sanma ki yaptıklarına sevinen, yapmadıkları ile övülmek isteyenler, (evet) sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır! Onlar için elem verici bir azap vardır.

  189. Göklerin ve yerin otoritesi yalnızca Allah'a aittir. Allah her şeye gücü yetendir.[1]

    1) [Mülk] "otorite, iktidar" anlamlarıyla Yüce Allah'ın mutlak otorite alanını ifade eder; bu yapısıyla söz konusu kelime bütün yaratılmışları kapsamına alır. Âl-i İmrân 3:26-27'de bu kavram daha açık ifadelerle ve neleri kapsadığını ortaya koyacak şekilde bizlere öğretilmektedir.

  190. Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün değişmesinde (birbiri peşine gelişinde)[1] öz akıl sahipleri için dersler vardır.[2]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:164; Yûnus 10:6; Mü'minûn 23:80; Nûr 24:44; Furkân 25:62; Câsiye 45:5.
    2) Yüce Allah kâinat kitabının çeşitli konu başlıklarını vermekte ve bildirdiği hususlar başta olmak üzere yaratılmış olan her şeyde aklını kullananlar için nice deliller bulunduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda "ilk" olarak "göklerin ve yerin yaratılışı"na dikkat çekilmekte, bir anlamda yaratılan her şeyin çeşitli deliller içerdiği ifade edilmektedir.

  191. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerineyken (her zaman) Allah'ı hatırlar; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünür (ve şöyle derler:) "Rabbimiz! Sen bunu batıl olarak (boş yere) yaratmadın.[1] Sen yücesin.[2] Bizi cehennem azabından koru!

    1) Benzer mesajlar: Enbiyâ 21:16; Sâd 38:27; Duhân 44:38.
    2) Yüce Allah'ı [tesbih] etmek, O'nu bütün eksikliklerden uzak tutup öylece bilmek ve kabul etmektir.

  192. Rabbimiz! Doğrusu sen kimi ateşe koyarsan, artık onu elbette rezil etmişsindir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.

  193. Rabbimiz! Gerçek şu ki biz ‘Rabbinize inanın!' diye imana çağıran[1] davetçiyi duyduk ve hemen iman ettik. Rabbimiz! Bizim için günahlarımızı bağışla; kötülüklerimizi ört ve iyilerle birlikte (olacak şekilde) bizi vefat ettir!

    1) Benzer mesajlar: Yûnus 10:25; Yûsuf 12:108; Ra‘d 13:36; İbrâhîm 14:1; Nahl 16:125; Hacc 22:67; Kasas 28:87; Ahzâb 33:46; Fussilet 41:33; Cinn 72:20

  194. Rabbimiz! Bize, elçilerin vasıtasıyla vadettiklerini de ikram et ve kıyamet gününde bizi rezil etme! Şüphesiz ki sen sözünden dönmezsin."[1]

    1) Benzer mesajlar: Âl-i İmrân 3:9; Ra‘d 13:31; İbrâhîm 14:47; Hacc 22:47; Rûm 30:6; Zümer 39:20.

  195. Bunun üzerine Rableri, onlar(ın duaların)a şöyle cevap verdi: "Şüphesiz ki ben erkek olsun kadın olsun, içinizden çalışıp bir iş (fedakârlık) yapan kimsenin yaptığını ziyan etmeyeceğim.[1] (Çünkü) hepiniz birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, benim yolumda eziyete uğratılanlar, savaşanlar ve öldürülenler (var ya), şüphesiz ki ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım." (Bu ödül), Allah tarafından bir sevap olarak (verilecektir). Karşılıkların güzeli yalnızca Allah katında olandır.

    1) Yüce Allah erkek olsun kadın olsun, iyilik ve fedakârlık yapanların yapıp ettiklerini ziyan etmeyeceğini bildirmektedir ki bu anlamda Âl-i İmrân 3:171 ve Bakara 2:143'te müminlerin ecrini ziyan etmeyeceği ifadesi yer almaktadır. Yüce Allah yorumunu yapmakta olduğumuz cümlede kadın veya erkek müminlerin, ayrıca ıslah sahibi insanların ve muhsinlerin de ödüllerini ziyan etmeyeceğini belirtmekte, böylece ihsan sahibi insanların yaptığı fedakârlıkların hiçbir şekilde boşa gitmeyeceği mesajını da vermektedir. "Erkek" veya "kadın" ikilisine dair Nisâ 4:124 ve Nahl 16:97 gibi ayetlerde, ayrıca Ahzâb 33:35'te erkeklere ve kadınlara ait özel kalıpların kullanılmasının nedeni, vahyin "cinsiyet" değil de "şahsiyet" merkezli bir sunum yapmasıdır. Benzer mesajlar: Nisâ 4:123-124; Nahl 16:97; İsrâ 17:9; Kehf 18:2; Tâhâ 20:75, 112.

  196. Kâfir olanların (refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın!

  197. Azıcık bir menfaattır (o). Sonra onların barınağı cehennemdir. (Orası) ne kötü bir yataktır!

  198. Fakat Rablerine karşı takvâlı (duyarlı) olanlar için, Allah tarafından bir ikram olarak altlarından ırmaklar akan, ebedî kalacakları cennetler vardır. İyi kişiler için Allah katındaki (nimetler) hayırlı olandır.[1]

    1) Yüce Allah [mesânî]lik özelliği gereği bu defa sözü takvâ sahiplerine getirmekte, inkârcıların aksine, Allah'tan bir ikram olarak onların varacakları yerin de cennetler olacağını müjdelemektedir. Yüce Allah muttakî yani duyarlı, sorumluluğunu bilip sorumlu davranan insanların fedakârlıklarının karşılığı olarak ahirette altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları bahçelerde ağırlanacaklarını müjdelemektedir.

  199. Kitap ehlinden öylesi var ki Allah'a hem size indirilene hem de kendilerine indirilene Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın ayetlerini az bir değer karşılığında satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ödüller vardır. Şüphesiz ki Allah, hesabı hızlı olandır.[1]

    1) Yüce Allah dünyaya aldanılmaması gerektiğini ifade edip takvâ sahiplerine cennet vadettiğini müjdeledikten sonra, bu defa kitap ehlinin içinden de bu türden muttakîler yani mahşerde nimetlere sahip olacak kişilerin çıkacağını bildirmekte ve onların da imanlarının tam, fedakârlıklarının sağlam olduğunu ifade etmektedir.

  200. Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) dayanışmada bulunun; (savaş için) hazırlıklı ve nöbette bulunun![1] Allah'a karşı takvâlı (duyarlı) olun ki kurtulasınız.

    1) Buradaki [râbitû] emri, sanıldığı gibi "zikirde insanları hatırlayıp onlarla manevi bir bağ kurmak" anlamında "rabıta" ile asla ve asla ilişkili değildir. Aksine bu emir, "savaş için hazırlıklı ve nöbette olmak" anlamına gelmektedir.