Kehf Suresi

18 - Kehf Suresi Mehmet Okuyan meali ve tefsiri. 110 ayettir.

Rahmân, Rahîm olan Allah’ın adıyla.

  1. (1, 2, 3, 4) Katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (inkârcıları) uyarmak, iyi işler yapan müminlere içinde ebedî kalacakları güzel ödül (cennet) bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi!" diyenleri de korkutmak için doğru (bir kelam) olarak içerisine hiçbir eğrilik koymadığı[1] Kitabı kulu (Muhammed'e) indiren Allah'a hamdolsun.

    1) Âyette geçen [kayyim] kelimesi, ikinci ayetin başında gelmekte, dolayısıyla birinci ayetle bağlantılı olarak anlaşılabileceği gibi ikinci ayetteki mesajla da ilişkilendirilebilir. Bu durumda anlam "Onu doğru kıldı ki kendi katından gelecek şiddetli bir cezayla uyarasın diye" şeklini alır. Bu iki ihtimal nedeniyledir ki birinci ayetin son kelimesiyle ikinci ayetin ilk kelimesi arasında bir [sekte] vardır.

  2. (1, 2, 3, 4) Katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (inkârcıları) uyarmak, iyi işler yapan müminlere içinde ebedî kalacakları güzel ödül (cennet) bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi!" diyenleri de korkutmak için doğru (bir kelam) olarak içerisine hiçbir eğrilik koymadığı[1] Kitabı kulu (Muhammed'e) indiren Allah'a hamdolsun.

    1) Âyette geçen [kayyim] kelimesi, ikinci ayetin başında gelmekte, dolayısıyla birinci ayetle bağlantılı olarak anlaşılabileceği gibi ikinci ayetteki mesajla da ilişkilendirilebilir. Bu durumda anlam "Onu doğru kıldı ki kendi katından gelecek şiddetli bir cezayla uyarasın diye" şeklini alır. Bu iki ihtimal nedeniyledir ki birinci ayetin son kelimesiyle ikinci ayetin ilk kelimesi arasında bir [sekte] vardır.

  3. (1, 2, 3, 4) Katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (inkârcıları) uyarmak, iyi işler yapan müminlere içinde ebedî kalacakları güzel ödül (cennet) bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi!" diyenleri de korkutmak için doğru (bir kelam) olarak içerisine hiçbir eğrilik koymadığı[1] Kitabı kulu (Muhammed'e) indiren Allah'a hamdolsun.

    1) Âyette geçen [kayyim] kelimesi, ikinci ayetin başında gelmekte, dolayısıyla birinci ayetle bağlantılı olarak anlaşılabileceği gibi ikinci ayetteki mesajla da ilişkilendirilebilir. Bu durumda anlam "Onu doğru kıldı ki kendi katından gelecek şiddetli bir cezayla uyarasın diye" şeklini alır. Bu iki ihtimal nedeniyledir ki birinci ayetin son kelimesiyle ikinci ayetin ilk kelimesi arasında bir [sekte] vardır.

  4. (1, 2, 3, 4) Katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (inkârcıları) uyarmak, iyi işler yapan müminlere içinde ebedî kalacakları güzel ödül (cennet) bulunduğunu müjdelemek ve "Allah çocuk edindi!" diyenleri de korkutmak için doğru (bir kelam) olarak içerisine hiçbir eğrilik koymadığı[1] Kitabı kulu (Muhammed'e) indiren Allah'a hamdolsun.

    1) Âyette geçen [kayyim] kelimesi, ikinci ayetin başında gelmekte, dolayısıyla birinci ayetle bağlantılı olarak anlaşılabileceği gibi ikinci ayetteki mesajla da ilişkilendirilebilir. Bu durumda anlam "Onu doğru kıldı ki kendi katından gelecek şiddetli bir cezayla uyarasın diye" şeklini alır. Bu iki ihtimal nedeniyledir ki birinci ayetin son kelimesiyle ikinci ayetin ilk kelimesi arasında bir [sekte] vardır.

  5. Onların da atalarının da bu konuda hiçbir bilgisi yoktur! Ağızlarından çıkan söz ne de büyük (çirkin)![1] Yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

    1) Bu ayet İsrâ 17:49 ve Meryem 19:89-92. ayetlerle birlikte okunmalıdır.

  6. Bu söze (Kitaba) inanmıyorlar (diye) arkalarından üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin.[1]

    1) Bu ayet Şu‘arâ 26:4 ve Fâtır 35:8. ayetlerle birlikte okunmalıdır.

  7. Biz, (insanların) hangisinin daha güzel iş(ler) yapacağını deneyelim diye yerdeki her şeyi ona ait bir süs yaptık.[1]

    1) Benzer mesajlar: Hûd 11:7; Mülk 67:2; İnsân 76:2.

  8. Biz mutlaka onun üzerindeki her şeyi kupkuru bir toprak yapacağız.

  9. Yoksa sen bizim ayetlerimizden (mucizelerimizden, sadece) kehf ve rakîm halkının durumlarını mı şaşırtıcı buldun?[1]

    1) Ayette sözü edilen ve "büyük mağara (ki küçüğüne [ğâr] denir)" anlamına gelen [el-Kehf] kelimesi ile "kitabe, yazıt, levha" anlamındaki [er-rakîm] sözcüğü, burada iki gruptan söz edildiği izlenimi vermemelidir. Çünkü ifadenin başındaki [ashab] kelimesi iki kelimeyi de içermektedir. "Mağara ve kitabe sahipleri" denilince aynı insanların iki özelliği veriliyor demektir. Çünkü kıssanın devam eden bölümünde sürekli olarak tek bir grup delikanlıdan söz edilmekte, başkalarına ait bir bilgiye yer verilmemektedir. Bu delikanlıların [er-rakîm] diye anılması, "isimlerinin bir kitabede yazılı olması" nedeniyledir.

  10. Hani o gençler mağaraya sığınmışlar ve "Rabbimiz! Bize tarafından merhamet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!" demişlerdi.

  11. Biz de senelerce o mağarada onların kulaklarına perde yerleştirmiştik (onları uykuya daldırmıştık).

  12. Sonra da iki taraftan (Ashab-ı Kehf ile karşıtlarından) hangisinin (mağarada) kaldıkları uzun süreyi daha iyi hesap edeceğini bil(dir)ip (ortaya çıkaralım) diye[1]onları uyandırmıştık.

    1) "Yüce Allah'ın bilmesi" ifadesiyle ilgili izahımız ve ilgili ayetler için bkz. Âl-i İmrân 3:140, dipnot 2.

  13. Biz sana onların haberini bir amaç için anlatıyoruz. Şüphesiz ki onlar, Rablerine inanıp güvenmiş gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıştık.[1]

    1) Hidayetin artmasıyla ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:173; Enfâl 8:2; Tevbe 9:124; Meryem 19:76; Hacc 22:54; Ahzâb 33:22; Muhammed 47:17; Fetih 48:4; Müddessir 74:31.

  14. Onların kalplerini sağlam kılmıştık. Hani onlar ayağa kalkarak şöyle demişlerdi: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O'nun peşi sıra hiçbir ilaha asla yalvarmayacağız. O takdirde şüphesiz ki saçma konuşmuş oluruz.[1]

    1) Burada insanların harekete geçmesi için gerekli olan değerlere değinilmektedir. Önce "iman", ardından "hidayet", sonrasında "kalp ile irtibat" yani duygu katkısı sağlanmalıdır. Mağara delikanlılarından alınması gereken en önemli ders bu olsa gerektir (Şaban Ali Düzgün, [Kimliksiz Hakikatler], s. 152).

  15. Şu bizim kavmimiz, O'nun peşi sıra ilahlar edindiler." Bunlar apaçık bir delil getirseler ya! Allah'a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir ki!

  16. (İçlerinden biri şöyle demişti:) "Madem siz onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından uzaklaştınız; mağaraya sığının ki Rabbiniz size merhametinden yaysın ve işinizde sizin için kolaylık sağlasın."

  17. (Orada bulunsaydın) onlar onun (mağaranın) geniş bir yerindeyken güneşi doğduğunda mağaranın sağına yönelirken, batarken de sol taraftan (onlara vurmadan) geçerken görürdün. İşte bu, Allah'ın delillerindendir. Allah kime hidayet ederse işte o, doğru yola ulaştırılmıştır.[1] Kimi de saptırırsa (sapkınlığını onaylarsa) artık ona yol gösterecek herhangi bir dost asla bulamazsın.[2]

    1) Benzer mesajlar: Yûnus 10:108; İsrâ 17:15, 97; Zümer 39:41.
    2) Bu cümleler A‘râf 7:178, İsrâ 17:15 ve 97. ayetlerle birlikte okunmalıdır. Burada verilmek istenen mesaj, aslında hidayetin de sapkınlığın da insanların kendi tercihlerinin sonucu olduğuna dikkat çekilmektedir. Çünkü Yüce Allah'ın hidayetini dilediği kişiler bunu hak edenlerdir; saptırdığı kişiler de sapkınlığını onayladığı kişilerdir.

  18. Kendileri uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Onları sağa sola çeviriyorduk.[1] Köpekleri de (mağaranın) girişinde ön ayaklarını uzatmıştı. Onları görüp bilseydin dönüp onlardan kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.[2]

    1) Onların sağa sola çevrilmesinin gerekçesi, hep bir tarafta yatmalarının çürümeye neden olmasını engellemek olabilir. Mağaradakilerin bu durumundan anlaşılabilecek şey, sebeplere sarılmanın insan olmanın gereği olduğudur. Olayın mucizevi yönü bir tarafa, insanlar herhangi bir işte ellerinden geleni yapmalı, sebeplere sarılmalı, varsa alınacak önlemler onları mutlaka almalıdırlar. Mucizevi bir olayda bile olağan sebeplere sarılmak tedbirli olmanın bir gereğidir.
    2) Bu konu hakkında, 22. ayette mağaradakilerin sayısı ile ilgili ileri geri konuşanların yaptığı gibi davranılmaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Bu ayetlerde ele alınan konuların içyüzüyle ilgili net ve kesin kanaatler ortaya koymaktan özellikle kaçınmaktan yanayız. Bu konuda kastedilenin tam olarak ne olduğunu anlayamadığımızı, diğer kardeşlerimizin bu noktada ileri sürecekleri fikirleri beklediğimizi belirtmemiz gerekir. Gerçeği Yüce Allah bilir.

  19. (Onları uyuttuğumuz gibi) durumlarını birbirlerine sormaları için aynı şekilde kendilerini uyandırmıştık. İçlerinden biri "Ne kadar kaldınız?" demişti. (Kimileri) "Bir gün veya günün bir parçası kadar kaldık." demiş, (kimileri de) "Rabbiniz, kaldığınız süreyi daha iyi bilendir." cevabını vermişti. İçinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise size ondan rızık getirsin! Ayrıca nazik (dikkatli) davransın[1] ve sakın sizi kimseye sezdirmesin!

    1) Ayette geçen [ve'lyetelettaf] emri "hassas, dikkatli ve tedbirli davranmak, gizlilik içerisinde olmak" demektir. Kelimeye bu şekilde anlam verilmelidir; çünkü devam eden cümledeki "Sakın sizi kimseye sezdirmesin" ifadesi bu anlamın devamı niteliğindedir. Bazı âlimlerimiz [ve'lyetelettaf] kelimesinin "nezaket içerisinde davranmak" anlamına da geldiğini ifade ederek, onların yaşadıkları ortamda şartlar değiştiği için mevcut şartları görerek dikkat ve nezaket göstermelerini onlardan istemişlerdi.

  20. Şüphesiz ki onlar, sizden haberdar olurlarsa sizi taşlarlar (kovarlar) veya sizi kendi dinlerine çevirirler ki o zaman asla kurtulamazsınız.

  21. Böylece (insanları) onlardan haberdar etmiştik ki Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu ve o (Son) Saat'te şüphe olmadığını bilsinler. Hani aralarında onların durumunu tartışıyor ve şöyle diyorlardı: "Üzerlerine bir bina yapın! Rableri onları çok iyi bilendir." Onların durumunu bilenler ise "Biz elbette onların üzerlerine (yanlarına) bir mescit yapacağız"[1] demişlerdi.

    1) Bu buyruk namaz, oruç, zekât, kurban vs. ibadetlerin eski ümmetlerden beri farz olduğunun delillerindendir. Benzer mesajlar: Bakara 2:83, 183; Âl-i İmrân 3:39; Mâide 5:12; Yûnus 10:87; İbrâhîm 14:40; Meryem 19:31, 55, 59; Tâhâ 20:14; Hacc 22:26-30, 34-37; Enbiyâ 21:73; Lokmân 31:17; Şûrâ 42:13.

  22. (Bazıları) gayba taş atarak (tahmin yürüterek) "(Onlar) üç kişidir; dördüncüleri köpekleridir." derler. (Bazıları) "(Onlar) beş kişidir; altıncıları köpekleridir." derler. (Kimileri de) "(Onlar) yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir." derler. De ki: "Onların sayılarını Rabbim gayet iyi bilendir." Onları sadece az kişi bilir(di). Öyle ise onlar hakkında delillerin apaçık olması dışında bir tartışmaya girme ve onlar hakkında (konuşan) kişilerin hiçbirinden soru sorma!

  23. Hiçbir şey için sakın "Bunu yarın mutlaka yapacağım." deme!

  24. "Ancak Allah dilerse (yapacağım." de)![1] Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Umarım Rabbim beni doğruya bundan daha yakın olana ulaştırır." de!

    1) Bu cümle Kalem 68:18. ayetle birlikte okunmalıdır.

  25. (Bazıları şöyle diyor): "Onlar, mağaralarında üç yüz sene kadar kalmış ve dokuz (sene) de buna ilave etmişlerdir."

  26. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah gayet iyi bilendir.[1] Göklerin ve yerin gizli bilgisi yalnızca O'na aittir.[2] O'nun görmesi de duyması da ne muhteşemdir! Onların (insanların) O'ndan başka bir dostu yoktur. O kendi hükmüne kimseyi ortak etmez."[3]

    1) Bu ayetlerde mağaradakilerle ilgili vahyin verdiği bilginin dışına çıkmamak gerektiği ve ona iman etmenin zorunlu olduğu anlaşılmaktadır.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:33; Hûd 11:123; Nahl 16:77; Neml 27:65; Fâtır 35:38; Hucurât 49:18.
    3) Bu cümlede dinin sahibinin Yüce Allah olduğu ve hüküm koymada hiçbir ortak kabul etmediği bildirilmektedir.

  27. Rabbinin Kitabı'ndan sana vahyedileni tilavet et (okuyup aktar)![1] O'nun sözlerini (kanunlarını) değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka hiçbir sığınak da asla bulamazsın.

    1) Burada ve daha pek çok ayette geçen [tilâvet] kelimesi bilinen anlamda "okumak" anlamında değil, Şems 91:2'de de olduğu gibi "izini sürmek, peşinden gitmek, takip etmek" demektir. Râzî bu kelimenin okumayla birlikte uygulama anlamını da içerdiğini ifade etmektedir. Başta Hz. Muhammed olmak üzere bütün muhataplar Kur'an'ı okuyup uygulama noktasında uyarılmakta, Yüce Allah'ın kitabından vahyedilen esasların uygulanması gerektiği özellikle bildirilmektedir. Bu arada [tilâvet] kelimesinin "gündem yapmak" anlamından hareket ederek, buradaki amacın ilâhi mesajların tebliğ edilmesi olduğunu söyleyebiliriz.

  28. O'nun rızasını isteyerek Rablerine sabah akşam dua edenlerle birlikte olmaya devam et! Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme! Arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olduğu için kalbini bizi hatırlamaktan habersiz kıldığımız kimseye boyun eğme![1]

    1) Buradaki mesaj, "sebep-sonuç" ilişkisi içerisinde kişinin hevasına uyduğu, işinin aşırılık içerdiği, bu yüzden de kalbinin Yüce Allah'ın zikrinden habersiz kılındığıdır.

  29. De ki: "Hak (gerçek), Rabbinizdendir."[1] Öyle ise dileyen iman etsin; dileyen inkâr etsin![2] Biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki (ateşten) duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Yardım dileyecek olsalar, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile yardım edilir. Ne fena bir içecektir o ve ne kötü bir kalma yeridir orası!

    1) Yûnus 10:32'de belirtildiği gibi bu ayette de ilahi gerçeklerin ötesinde geriye sapkınlıktan başka bir şey kalmayacağına işaret edilmektedir.
    2) Benzer mesajlar: Teğâbun 64:2; İnsân 76:3. Bu ayetlerde inanç özgürlüğüne dikkat çekilmektedir.

  30. İman edip iyi işler yapanlar (bilmelidir ki), biz güzel iş yapanların ödülünü boşa çıkarmayacağız.[1]

    1) Mahşerde azaptan kurtulabilmek için dünya hayatında imanlı olmak ve sâlih ameller işlemek gerekmektedir. Bu iki değeri hayatına hâkim kılanlar zaten güzel işler yapmış olacakları için Yüce Allah onların ödüllerini ziyan etmeyeceğini ifade etmektedir. Benzer mesajlar: Bakara 2:143; Âl-i İmrân 3:171, 195; A‘râf 7:170; Tevbe 9:120; Hûd 11:115; Yûsuf 12:56, 90; Kehf 18:30; Enbiyâ 21:94.

  31. İşte onlara, altlarından ırmaklar akan durmaya değer cennetler[1] vardır. Onlar orada koltuklara kurularak altın bileziklerle süslenip bezenecek; ince ve kalın ipekli kumaştan yeşil elbiseler giyecekler.[2] Ne güzel karşılıktır o ve ne güzel kalma yeridir orası!

    1) "Durulmaya değer cennetler" anlamı verdiğimiz "‘Adn cennetleri" ifadesi Kur'an'da 11 kez yer almaktadır. Bkz. Tevbe 9:72; Ra‘d 13:23; Nahl 16:31; Kehf 18:31; Meryem 19:61; Tâhâ 20:76; Fâtır 35:33; Sâd 38:50; Mü'min 40:8; Saff 61:12; Beyyine 98:8.
    2) Benzer mesajlar: Hacc 22:23; Fâtır 35:33; İnsân 76:21. Bu ayetlerde müslümanların dünya hayatında özlemini çektiği şeylerin çok daha fazlasının kendilerine cennette verileceği müjdelenmektedir.

  32. Onlara şu iki adamı örnek ver:[1] Bunlardan birine iki üzüm bağı vermiş, her ikisinin de çevresini hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler yetiştirmiştik.

    1) Burada sözü edilen "iki "adam"ın kim olduğuyla ilgili isim verilmemektedir. Çünkü biliniyor ki [darb-ı mesel]lerin yaşanmış olması şartı yoktur. Zaten Rabbimiz burada kişilerin adını, yaşadıkları yeri veya milliyetlerini söz konusu etmemektedir. Verilmek istenen mesaj bu ayrıntılarla değil, orada üzerinde durulan konularla ilgilidir.

  33. O iki bağ da yemişlerini vermiş, hiçbirini eksik bırakmamıştı. İkisinin arasından bir de nehir fışkırtmıştık.

  34. Bu kişinin bolca ürünü vardı. Arkadaşıyla konuşurken ona şöyle demişti: "Ben servetçe senden daha zenginim; nüfus bakımından da senden daha güçlüyüm."

  35. (Bu şımarık kişi) kendisine haksızlık ederek bağına girmiş ve şöyle demişti: "Bunun (bağın) hiçbir zaman yok olacağını sanmıyorum.

  36. O (Son) Saat'in gerçekleşeceğini de sanmıyorum. Rabbime döndürülürsem, (orada) bundan daha hayırlı bir karşılık mutlaka bulacağım."[1]

    1) Bu cümle Mekkeli müşriklerin içerisinde bir kısmının belirli-belirsiz bir şekilde ahiret inancının bulunduğunu göstermektedir. Benzer mesajlar: Meryem 19:77; Fussilet 41:50; Câsiye 45:32.

  37. Onunla konuşan arkadaşı ona şöyle demişti: "Seni topraktan, sonra nutfeden (zigottan) yaratan, daha sonra seni bir erkek (insan)[1] biçimine sokan (Allah)ı inkâr mı ettin?[2]

    1) Burada muhatap erkek bir kişi olduğu için ayette [racülen] kelimesi tercih edilmiştir. Bütünüyle insanın yaratılışıyla ilgili pek çok bilginin benzer içeriklerde Kur'an'da yer aldığı bilinmektedir.
    2) Benzer mesaj: İnfitâr 82:6-8.

  38. Fakat O, Allah'tır; Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam."

  39. (39, 40) Bahçene girdiğinde "Maşallah! Kuvvet yalnızca Allah'a aittir." deseydin ya! "Malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan, (şunu bil ki) belki Rabbim bana senin bahçenden daha iyisini verir; oraya (bahçene) gökten yıldırımlar gönderir ve kupkuru bir toprak hâline gelir.

  40. (39, 40) Bahçene girdiğinde "Maşallah! Kuvvet yalnızca Allah'a aittir." deseydin ya! "Malca ve evlatça beni kendinden güçsüz görüyorsan, (şunu bil ki) belki Rabbim bana senin bahçenden daha iyisini verir; oraya (bahçene) gökten yıldırımlar gönderir ve kupkuru bir toprak hâline gelir.

  41. Veya (bahçenin) suyu dibe çekilir de onu istemeye (elde etmeye) asla güç yetiremezsin."

  42. (O şımarık kişinin) serveti kuşatılmıştı (yok edilmişti). Böylece, çardakları üzerine yıkılmış hâlde (bahçesiyle ilgili) yaptığı harcamalar yüzünden ellerini ovuşturarak şöyle diyordu: "Ah, eyvah, keşke Rabbime kimseyi ortak koşmamış olsaydım!"

  43. Kendisine Allah'tan başka yardım edecek destekçileri yoktu. Kendi kendini de kurtaracak güçte değildi.

  44. İşte burada yardım ve dostluk gerçek olan[1] Allah'a aittir. O sevap bakımından hayırlı olandır; son bakımından da hayırlı olandır.

    1) Benzer mesajlar: En‘âm 6:62; Yûnus 10:30, 32; Hacc 22:6, 62; Mü'minûn 23:116; Nûr 24:25; Lokmân 31:30.

  45. Onlara şunu da örnek ver: "Dünya hayatının durumu gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki yerin bitki(ler)i o (su) sayesinde (gürleşip) birbirine karışmış, rüzgârların savurduğu çer çöp hâline gelmiştir."[1] Allah her şey üzerinde güç sahibidir.

    1) Yağmur yeryüzündeki bitkilerle yani toprağın altındaki tohumla buluşup birbirine karışır; sonunda yemyeşil bir görüntü ve çeşitli ürünler insanlarla buluşur. Zamanı gelince söz konusu yeşillikler yerini rüzgârın savurduğu çer çöpe bırakır. İki bahçe sahibi kişi servetle övündüğü için kınanmış, onun itibar ettiği servetin yok edilebileceği ifade edilmişti. Şimdi ise sadece servetin değil, bütünüyle dünya hayatının bile bir mevsimlik bitki gibi olduğu üzerinden mesaj verilmekte, fâni bir âleme gereğinden fazla bel bağlamanın yanlışlığı vurgulanmaktadır. Benzer mesajlar: Yûnus 10:24; Zümer 39:21; Hadîd 57:20.

  46. Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. İyi işlerden oluşan kalıcı faaliyetlerin hem ödül bakımından hayırlı olandır hem de ümit beslenmesi Rabbinin katında hayırlı olandır.

  47. Dağları yürüteceğimiz gün yeryüzünü çıplak (dümdüz) görürsün. Hiçbirini bırakmaksızın onları (mahşerde) toplayacağız.

  48. Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılacak ve (kendilerine) şöyle denecektir: "Şüphesiz ki sizi ilk yarattığımız şekilde bize geldiniz.[1] Aslında sizin için böyle bir buluşmayı asla gerçekleştiremeyeceğimizi sanmıştınız."

    1) Benzer mesajlar: En‘âm 6:94; Meryem 19:80, 95.

  49. Kitap (amel defteri) ortaya konulacaktır.[1] Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmakta olduklarını göreceksin. (Onlar) "Ah, vay hâlimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!" diyecekler. Yaptıklarını (karşılarında) hazır bulacaklardır. Rabbin, kimseye haksızlık etmeyecektir.

    1) Benzer mesajlar: İsrâ 17:13-14, 71; Hâkka 69:19-24.

  50. Hani meleklere "Âdem için (Allah'a) secde edin!" demiştik. Onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç.[1] (Zaten O) cinlerdendi[2] ve Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. (Şimdi siz) benim peşim sıra onu ve onun soyunu mu dostlar ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin için düşmandır. Zalimler için bu ne kötü bir değişimdir!

    1) İblis'in secde etmemesiyle ilgili bkz. Bakara 2:34, dipnot 3.
    2) Cinler ve dolayısıyla İblis ateşten yaratıldığı için (A‘râf 7:12; Hicr 15:27, Sâd 38:76; Rahmân 55:15), onların melek kapsamında sayılmasının doğru olamayacağı düşüncesindeyiz. İblis'in aslında Azâzîl adında çok bilgili bir melek olduğu, cennet bekçiliği yaptığı, bilgisi nedeniyle kibirlendiği şeklindeki kabulün Kur'an'dan delili yoktur; aksine, bu görüş bu ayete de açıkça aykırıdır. Kur'an'da meleklerin Yüce Allah'a ibadette hiçbir şekilde kibre girmedikleri, kendilerine emredileni aynen uyguladıkları En‘âm 6:61, Nahl 16:50, Meryem 19:64, Enbiyâ 21:27 ve Tahrîm 66:6'da apaçık bir şekilde dile getirilmektedir.

  51. Ben onları (İblis ve soyunu) göklerin ve yerin yaratılışına da kendilerinin yaratılışına da şahit tutmadım.[1]Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.

    1) Benzer mesajlar: Sâffât 37:150; Zuhruf 43:19.

  52. O gün (Allah, kâfirlere) "Benim ortaklarım olduğunu sandıklarınızı çağırın!" diyecek;[1] onlar da kendilerini(!) çağırmış (fakat ortakları) onlara cevap verememiş olacaklardır. Biz onların arasına uçurum koyacağız.

    1) Benzer mesajlar: Kasas 28:62, 74.

  53. Suçlular ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını iyice anlamış olacaklar;[1] ondan kaçış (kurtuluş yolu) da bulamayacaklardır.

    1) Bu ayette geçen [zannû] fiili kelimenin asıl anlamı olan "zannetmek" değil, konu mahşerdeki hakikatlerle ilgili olduğu için "anlamak, bilmek" demektir.

  54. Yemin olsun ki bu Kur'an'da insanlar için her türlü örneği sayıp dökmüşüzdür.[1](Nankör) insan tartışmaya en çok düşkün olandır.

    1) Benzer mesajlar: İsrâ 17:41, 89; Furkân 25:33; ‘Ankebût 29:43; Rûm 30:58; Zümer 39:27; Haşr 59:21.

  55. Kendilerine rehber geldiğinde insanları iman etmekten ve Rablerinden bağışlanma dilemekten alıkoyan şey, öncekilere (uygulanan) kanunun[1] kendilerine de gelmesini veya azabın önlerine gelmesini beklemekten başka bir şey değildir!

    1) "Öncekilerin sünneti" ifadesi Yüce Allah'ın onlara uyguladığı kanunu, onların başına gelen dünyevî felaketler veya dünyevî sıkıntılar, helak edilmeleri vs.'dir. Benzer mesajlar: Enfâl 8:38, Hicr 15:13, Kehf 18:55 ve Fâtır 35:43.

  56. Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.[1] Kâfir olanlar ise gerçeği batılla gidermek için mücadele ederler.[2] Onlar ayetlerimle ve uyarıldıkları şeylerle alay etmişlerdir.[3]

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:213; Nisâ 4:164-165; En‘âm 6:48.
    2) Bu cümle Enbiyâ 21:18'de "batıla karşı gerçek için söylenen"in zıddını oluşturmaktadır.
    3) Benzer mesaj: Kehf 18:106.

  57. Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da onlara sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptıklarını unutanlardan daha zalim kim olabilir ki! Şüphesiz ki onu (Kur'an'ı) anlamaları konusunda biz onların kalplerine perdeler, kulaklarına da (s)ağırlık verdik.[1] Sen onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola gelmeyeceklerdir.

    1) Bu ayet inkârcıların inkârcılığının sonucunda kalplerinde ve kulaklarında ağırlık olacağını, bu nedenle de Kur'an'ı anlayamayacaklarını içermektedir. Benzer mesaj: İsrâ 17:46.

  58. Senin çok bağışlayan Rabbin merhamet sahibidir. Yaptıkları yüzünden onları (hemen) sorumlu tutacak olsaydı, onlara azabı çabucak verirdi.[1] Fakat kendilerine (tanınmış) belirli bir süre vardır ki O'ndan başka bir sığınak asla bulamayacaklardır.

    1) Benzer mesajlar: Nahl 16:61; Fâtır 35:45.

  59. İşte haksızlık ettikleri zaman şu şehirler(in halkları)nı helak etmiştik. Onları helak etmek için de belirli bir zaman belirlemiştik.

  60. Hani Musa beraberindeki (gence) şöyle demişti: "Durup dinlenmeyeceğim; ya iki denizin birleştiği yere kadar varacağım ya da çok uzun süre yürüyeceğim."

  61. İki denizin birleştiği yere[1] varınca balıklarını unutmuşlardı. Balık da denizde bir yol tutmuştu (gözden kaybolup gitmişti).

    1) Hz. Musa'nın yolculuğu esnasında ulaştığında duracağı ve kendisinden bilgice daha üstün birini bulacağı yer olarak ifade edilen [Mecme‘u'l-Bahreyni] (iki denizin buluştuğu yer)in neresi olduğu konusunda farklı kanaatler ileri sürülmüştür. Müfessirlerin büyük çoğunluğu, bu iki denizin Fars ve Rum denizleri olduğunu ifade etmiş, ancak bazıları, yolculuğu çok uzun kabul etmiş olacaklar ki söz konusu yerin Hint Okyanusu ile Kızıldeniz'in buluştuğu yer veya Akdeniz'le Atlas Okyanusu'nun birleştiği yer, Endülüs denizi veya Ermenistan denizi şeklinde görüşler ileri sürmüşlerdir. Bütün bu görüşler elbette eleştiriye açıktır.

  62. (İki denizin birleştiği yeri) geçip gittiklerinde (Musa beraberindeki) gence "Azığımızı bize getir! Şüphesiz ki bu yolculuğumuz nedeniyle çok yorulduk." demişti.

  63. (Genç) "Gördün mü (bak şu işe)! Kayaya sığındığımız sırada balığı(n denize düştüğünü söylemeyi) unutmuşum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı." demişti: O (balık), şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.

  64. (Musa) "İşte aradığımız (yer) orasıydı!" demiş, hemen izlerinin üzerine geri dönmüşlerdi.

  65. (Derken), kendisine katımızdan bir rahmet verdiğimiz ve ona tarafımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul bulmuşlardı.[1]

    1) Burada sözü edilen "kul", Hz. Musa'ya hocalık yapsın diye görevlendirilen özel bir "melek" olmalıdır. Bu kişiyi "insan" kabul edip adına "Hızır" denmesi, cevabı imkânsız soruların sorulmasına neden olmaktadır.

  66. (Musa) ona "Doğruyu bulmak üzere sana öğretilenden bana da öğretmen için sana uyabilir miyim?" demişti.

  67. (O bilge melek) şu cevabı vermişti: "Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin.

  68. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredeceksin?"[1]

    1) Burada Hz. Musa'nın sabırlı olamayacağı bilinmesine rağmen, bir eğitim ilkesi olarak insanlara fırsat tanımanın gerekliliği vurgulanmış olmaktadır. Bu pasajda ele alınan üç imtihan konusuna bakıldığında bu olayların birer gizem içerdiği özellikle kul/melek tarafından bilinmesine rağmen, insanlara "senin buna gücün yok; sen buna dayanamazsın" deyip "onlara fırsat verilmemesi" yolu tercih edilmemiş, aksine onun bu işe karşı tutumunu ortaya koyması için bir eğitim süreci yaşaması için kendisine fırsat tanınmıştır.

  69. (Musa) "İnşallah sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmeyeceğim." demişti.[1]

    1) Hz. Musa'nın burada verdiği sözde duramamasının nedenini bir insan olarak onun psikolojik yapısına bağlamak gerekiyor, yoksa onun mutlak isyanına değil. Yani insanoğlu yaratılışı gereği ilk defa karşılaştığı şeylere karşı bir irkilme yaşar ve onların iç yüzünü öğrenme konusunda sabır gösteremeyebilir. Kaldı ki Hz. Musa, ilk olay sonunda konuşunca önceki sözünü unuttuğunu, bu nedenle sözünde duramadığını, unutma nedeniyle de sorumlu tutulmamasını istemektedir. Yani Hz. Musa'nın bu ilk olayında bir kasıt yok, tamamen her insanda olabilen bir unutma durumu devreye girmiştir. Bunda kınanacak bir şey olmadığı gibi yalan veya isyan diye isimlendirilebilecek bir husus da yoktur.

  70. (Melek) "Bana uyarsan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma!" demişti.

  71. Yola çıkmışlardı. Sonunda gemiye bindikleri zaman (melek) gemiyi delmişti. (Musa) "Halkını boğmak için mi onu deldin? Şüphesiz ki sen çok çirkin (tehlikeli) bir iş yaptın!" demişti.

  72. (Melek) "Ben sana benimle beraberliğe sabredemezsin dememiş miydim?" demişti.

  73. (Musa) "Unuttuğum şeyden dolayı beni sorumlu tutma; (bu) işimden dolayı beni ağır bir şekilde kınama." demişti.

  74. (Yeniden) yola koyulmuşlardı. Sonunda bir erkek çocuğa rastladıklarında (melek) onu hemen öldürmüştü. (Musa) şöyle demişti: "Tertemiz (suçsuz) bir canı, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün, öyle mi? Şüphesiz ki sen fena bir şey yaptın!"

  75. (Bilge melek) "Ben sana benimle beraberliğe sabredemezsin dememiş miydim?" diye sormuştu.

  76. (Musa) şöyle demişti: "Bundan sonra sana bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme! Elbette benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın."

  77. Yine yola çıkmışlardı. Sonunda bir şehir halkına ulaşıp onlardan yiyecek istemişlerdi. Ancak (şehir halkı) onları misafir etmekten kaçınmıştı. Orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaşmışlardı. (Melek) hemen onu doğrultmuştu (tamir etmişti). (Musa) "Dileseydin, elbette buna karşı bir ücret alırdın." demişti.

  78. (Bunun üzerine melek): "İşte bu (durum) benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana sabredemediğin şeylerin açıklamasını bildireceğim." demişti.

  79. "Gemi var ya o, denizde çalışan yoksul kişilerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında her (sağlam) gemiye el koymakta olan bir hükümdar vardı.

  80. Erkek çocuğa gelince, onun ana babası mümin kişilerdi. Onları azdırıp inkâra sürüklemesini uygun görmemiştik.[1]

    1) Burada geçen [haşînâ] fiili yaygın anlamı olan "korkmak" şeklinde tercüme edilirse mesajın anlaşılmasında sorun yaşanması kaçınılmazdır. Çünkü Yüce Allah'ın herhangi bir şeyden korkması kesinlikle söz konusu olamaz. Korkanlar melekler şeklinde kabul edilirse bu defa da meleklerin bir şeylerden korktuğu için bir insanı öldürmesi söz konusu olmaktadır. Konuyu insan (Hızır) şeklinde kabul edince konu tamamen çıkmaza sürüklenmektedir. Çünkü bu Hızır denen şahsiyet bir kişidir; ayetteki ilgili fiil ise çoğul kalıptadır. Oysa pek çok müfessir ve lügat âlimine göre Yüce Allah için kullanılması durumunda bu fiilin "uygun görmemek" anlamı da vardır ki bu anlam bağlama da olaya da uygundur.

  81. Böylece Rablerinin onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini vermesini istemiştik.

  82. Duvara gelince, o da şehirdeki iki öksüz çocuğa aitti. Duvarın altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları iyi biriydi. Rabbin onların yetişkinlik çağına ulaşıp da kendi katından bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istemişti. Ben bun(lar)ı kendiliğimden yapmadım. İşte bu (anlattıklarım) senin sabredemediğin şey(ler)in yorumudur.[1]

    1) Bilge kulun bu sözü, kendisinin melek olduğunun delilidir. Çünkü En‘âm 6:61, Nahl 16:50, Meryem 19:64, Enbiyâ 21:27 ve Tahrîm 66:6'da bu özellik meleklere ait olarak ifade edilmektedir. Surenin 65-82. ayetlerinde anlatılan olay, ya bir [darb-ı mesel]dir/örnektir veya Yüce Allah'ın görevlendirdiği özel bir meleğin verdiği eğitimdir. Gerçeği Allah bilir.

  83. Sana Zülkarneyn'den[1] soruyorlar. De ki: "Size ondan bir hatıra tilavet edeceğim (okuyup aktaracağım)."

    1) Zülkarneyn'in kim olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Bu çerçevede onun Makedonya kralı Büyük İskender veya Yemen'deki Himyer krallarından biri olduğu ifade edildiği gibi çift boynuzlu yani güçlü iktidara sahip bir kişi olduğu da ifade edilmektedir.

  84. Şüphesiz ki biz onu yeryüzünde iktidar sahibi kılmıştık; ona her şey için bir sebep (bir vasıta) vermiştik.

  85. O da (batıya doğru) bir yol tutup gitmişti.

  86. Sonunda güneşin battığı yere[1] varınca, onu kara balçık bir (su) kaynağında batar bulmuştu. Onun yanında (orada) bir toplum bulmuştu. Bunun üzerine "Ey Zülkarneyn! Onlara ya (kötü yöneterek) azap edersin ya da haklarında güzel davranma yolunu seçersin." demiştik.

    1) Bu ifade, güneşin uzun süre batık olduğu Kuzey Kutup Dairesi'ne yakın bir yerleşim yeri olabilir. Burada iki ayette geçen [mağrib] ve [matlı‘] kelimeleri, kalıp itibarıyla güneşin batması yani batık hâlde olması ile güneşin doğmuş hâlde uzun süre görünür hâlini ifade edebilir.

  87. (Allah) şöyle demişti: "Haksızlık edeni cezalandıracağız; sonra da Rabbine gönderilecek, (Allah) ona korkunç bir azap uygulayacaktır.

  88. İman edip iyi işler yapan kimseye gelince, onun için de en güzel karşılık vardır. Buyruğumuzdan ona kolay olanını söyleyeceğiz."

  89. Sonra (doğuya doğru) bir yol tutmuştu.

  90. Sonunda güneşin doğduğu yere[1] ulaşınca, onu öyle bir toplum üzerine doğar buldu ki onlar için onun ardında (güneşe karşı) bir örtü yapmamıştık.

    1) Bu ifade de 86. ayette sözü edilen bölgeye doğru bu defa farklı bir mevsimde güneşin uzun süre görüldüğü kutup bölgesine yakın bir yerleşim yeri olabilir. Gerçeği Allah bilir.

  91. İşte böylece onunla ilgili her şeyden haberdardık.

  92. Sonra (farklı) bir yol tutmuştu.

  93. Sonunda iki set (dağ) arasına ulaştığında onların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlayamayan bir toplum bulmuştu.[1]

    1) Bu ülke de muhtemelen kuzeye doğru benzer bir ülke olabilir.

  94. (O toplum) şöyle demişti: "Ey Zülkarneyn! Şüphesiz ki Ye'cûc ve Me'cûc[1] yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Bizimle onlar arasında bir set yapman için sana bir vergi verelim, olur mu?"

    1) [Ye'cûc] ve [Me'cûc], herhangi bir özel ırkı, milleti değil de her zaman hakikatin karşısına dikilen olumsuz algıyı ve faaliyetleri temsil eder. Nitekim bunların Son Saat'te de olacağı Enbiyâ 21:96'da ifade edilmektedir. Bu ayette sözü edilenler de o dönemdeki azgın, sapkın ve saldırgan bir kavmi nitelendiriyor olabilir.

  95. (Zülkarneyn) şöyle demişti: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.[1]

    1) Zülkarneyn, Yüce Allah'ın ona verdiği servet veya otoritenin onların sağlayacağı vergi desteğinden çok daha hayırlı olduğunu ifade etmekte, onların bu anlamdaki katkılarına ihtiyaç olmadığını belirtmektedir. Yüce Allah'ın ona ikram ettiği makamın, ekonomik gücün, elinde bulundurduğu çeşitli vasıtaların onların tahminlerinden çok daha fazla olduğunu ifade etmektedir. Onlardan sadece bedensel olarak işçilik, sanatkârlık veya araç gereç temin etmek konusunda yardım talep etmektedir.

  96. Bana demir kütleleri getirin!" Sonunda dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince "Üfleyin (körükleyin)!" demişti. Onu kor hâline sokunca da "Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim." demişti.

  97. (Artık Ye'cûc ve Me'cûc) o (seddi) ne aşabilmiş ne de onu delebilmişlerdi.

  98. (Zülkarneyn) "Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vaadi gelince, O bunu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir." demişti.

  99. O gün (kıyamet gününde bakarsın ki) biz onları birbirine karışmış bir hâlde bırakmışızdır. Sûr'a da üflenecek,[1] böylece onları tamamen bir araya getireceğiz.

    1) Benzer mesajlar: En‘âm 6:73; Tâhâ 20:102; Mü'minûn 23:101; Neml 27:87; Yâsîn 36:51; Zümer 39:68; Kâf 50:20; Hâkka 69:13; Nebe' 78:18.

  100. (100, 101) Gözleri beni anmaya kapalı olmuş ve (gerçeği) duymaya da dayanamayan kâfirleri o gün cehennemle yüz yüze getireceğiz.

  101. (100, 101) Gözleri beni anmaya kapalı olmuş ve (gerçeği) duymaya da dayanamayan kâfirleri o gün cehennemle yüz yüze getireceğiz.

  102. Kâfir olanlar, benim peşim sıra kullarımı dostlar edineceklerini mi sandılar! Biz cehennemi kâfirlere bir konak olarak hazırladık.

  103. De ki: "(Yaptıkları) işler bakımından en çok kaybedenleri size bildirelim mi?

  104. (Bunlar) iyi işler yaptıklarını sandıkları hâlde dünya hayatında çabaları boşa giden kişilerdir."[1]

    1) Burada dikkat çekilen nokta gittiği yolun yanlış olduğunu fark edememek, yaptığı yanlışları güzel işler olarak sanmaktır. A‘râf 7:30, Kehf 18:104, Zuhruf 43:37 ve Mücâdele 58:18'de de benzerleri bulunan bu ifade, insanoğlunun yanılgı noktalarının en tehlikelisini oluşturmaktadır. Çünkü insan bir şeyin yanlış olduğunu fark ederse artık bile bile onun peşine gitmemeyi daha çok isteyip başarabilir; ancak her şeye rağmen inkârda ısrar edenlerin bulunacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.

  105. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden işleri boşa giden kişilerdir ki biz onlar için kıyamet gününde hiçbir ölçü (terazi) tutmayacağız.[1]

    1) Bu ayet Kasas 28:78 ve Rahmân 55:39-41. ayetlerle birlikte okunmalıdır. Ayetteki "terazi kurulmamak" ifadesi bu türden inkarcılara hiçbir şekilde değer verilmemesi anlamını da içermektedir.

  106. İşte, inkâr ettikleri için, (ayrıca) ayetlerimle ve elçilerimle alay ettikleri için onların cezası cehennemdir.

  107. İman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs cennetleri[1] vardır.

    1) Mü'minûn 23:11'de de geçen "Firdevs" cenneti "cennetlerin en yükseği, has bahçe" demektir.

  108. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler.

  109. De ki: "Rabbimin sözleri(ni yazmak) için deniz mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave getirsek, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi."[1]

    1) Benzer mesaj: Lokmân 31:27. Bu ifade "Allah'ın kelimelerinin bitmeyeceği" manasını içermektedir. Yani bir, iki, yedi veya sekizden fazla sayıda denizin mürekkep olması halinde Yüce Allah'ın kelimelerinin biteceğini söylemek kesinlikle doğru değildir.

  110. De ki: "Ben yalnızca sizin gibi bir insanım. Bana ‘ilahınızın tek bir ilah olduğu' vahyolunuyor." Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa iyi işler yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın!