Nur Suresi

24 - Nur Suresi Mehmet Okuyan meali ve tefsiri. 64 ayettir.

Rahmân, Rahîm olan Allah’ın adıyla.

  1. (Bu), bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir suredir. Umulur ki (düşünüp gerçeği) hatırlarsınız diye onda apaçık ayetler indirdik.

  2. Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz(er) celde[1] (değnek) vurun! Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygulamada) onlara şefkatiniz tutmasın! Müminlerden bir grup da onlara (uygulanan) cezaya şahit olsun![2]

    1) [Celde], etkisi ciltle sınırlı olacak şekilde değnek ile vurmak demektir.
    2) Bu ayet zina suçunun cezasını içerir. Nisâ 4:15-16'da ise kadın kadına ve erkek erkeğe yapılan ahlaksızlıkların cezası üzerinde durulmaktadır.

  3. Zina eden erkek, zina eden veya müşrik bir kadından başkası ile evlen(e)mez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik erkek evlen(ebil)ir. Bu, (diğer) müminlere haram kılınmıştır.[1]

    1) Bu ayetteki hüküm, tevbe hâli yoksa bu tür evliliklerin haram olduğunu içermektedir.

  4. Namuslu kadınlara zina iftirasında bulunup, sonra da dört şahit getiremeyenlere seksen(er) celde (değnek) vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin! Onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir.

  5. Ancak bundan sonra tevbe edip kendilerini düzeltenler hariçtir.[1] Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

    1) Tevbe ve ıslahın cezaları düşürmesiyle ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:89, dipnot 8.

  6. Eşlerine zina iddiasında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair Allah'ı dört kez şahit tutmasıdır.

  7. Beşinci (yemin) ise yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması(nı kabul etmesidir).

  8. (Kocasının) yalan söyleyenlerden olduğuna dair (kadının) Allah'ı dört kez şahit tutması kendisinden cezayı kaldırır.

  9. Beşinci (yemin) ise (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olması(nı kabul etmesidir).[1]

    1) Bu ayetlerde, kadının şahitliği yani yemini ile erkeklerinkinin aynı sayıda olduğu, ancak sonuca etkisi bulunanın ise kadının şahitliği olduğu görülmektedir. Buradan hareketle, kadına yönelik pozitif bir ayırımın gözetildiği söylenebilir.

  10. Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tevbeleri çok kabul eden, doğru hüküm veren olmasaydı (hâliniz nasıl olurdu)!

  11. (Peygamber'in eşine) o iftirayı[1] atanlar, şüphesiz ki içinizden (küçük) bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın; aksine o, sizin için bir iyiliktir. Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı) vardır. Onlardan bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için büyük bir azap vardır.

    1) Kendisinin başına gelen "İfk" olayını Hz. Ayşe şöyle anlatmıştır: Rasûlullah savaştan dönüp Medine'ye yaklaştığında bir yere konakladı. Daha sonra da tekrar hareket edileceği duyuruldu. Bu sırada kalkmış, yürüyüp ordugâhı (konak yerini) geçip [def-i hacete] (tuvalet ihtiyacına) gitmiştim. İhtiyacımı giderdikten sonra yerime dönerken, göğsümü yokladım ve baktım ki Zafâr boncuklarından olan gerdanlığım kopmuş. Bunun üzerine dönüp onu aramaya başladım. Onu aramam beni epey alıkoydu. Derken, hevdecimi taşıyan askerî takım gelip hevdecimi deveye yüklemişler ve hafif olduğum için beni o hevdec içinde sanmışlar. Döndüğümde, orada hiç kimseyi bulamadım. Böylece oturdum ve ‘onlar beni aramak için geri dönerler' diye beklemeye başladım. Derken uyuyakalmışım. Safvân b. Mu‘attal beni görünce tanıdı. ‘Seni insanlardan geri bırakan ne?' deyince, ona olayı anlattım. O da bineğinden indi ve ben ona bininceye kadar oradan çekildi. Sonra deveyi çekip götürdü. Oradan sonraki konaklama yerine indiğinde insanlar beni bulamayınca çalkalanmışlar. Herkes konuşmuş, beni diline dolamış, hakkımda bu iftiraya dalan dalmış!" (Buhârî, Tefsîru Sure-i Nûr, 6).

  12. Bunu (iftirayı) duyduğunuzda erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile olumlu zanda bulunup da "Bu, apaçık bir iftiradır!" demeleri gerekmez miydi!

  13. Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit[1] getirmeleri gerekmez miydi! Madem ki şahitler(i) getiremediler, onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.

    1) Nisâ 4:15'te de belirtildiği gibi fuhşun tespiti için dört şahit gereklidir.

  14. Size dünyada da ahirette de Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız bu konuda (bu iftirada) size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.

  15. Çünkü siz bunu (iftirayı), dilden dile aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyor, bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. (Oysa) bu, Allah katında çok büyük (bir günah)tır.

  16. Onu (iftirayı) duyduğunuzda "Bu konuda konuşmamız bize yakışmaz. (Allah'a yönelerek) Sen yücesin. Bu, çok büyük bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi!

  17. İnanıyorsanız, Allah bir daha buna (benzer bir hataya) dönmeniz konusunda sizi uyarıyor!

  18. Allah ayetleri size açıklıyor. Allah bilendir, doğru hüküm verendir.

  19. Şüphesiz ki inananlar arasında çirkinliğin yayılmasını arzulayanlar için dünyada da ahirette de elem verici bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

  20. Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah çok şefkatli, çok merhametli olmasaydı (hâliniz nasıl olurdu)!

  21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını izlemeyin![1] Kim şeytanın adımlarını izlerse, (bilsin ki) o (şeytan), şüphesiz ki çirkinliği ve kötülüğü emreder.[2] Allah'ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, içinizden kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dileyeni (layık gördüğünü) arındırır.[3] Allah duyandır, bilendir.

    1) Benzer mesajlar: Bakara 2:168, 208; En‘âm 6:142.
    2) Yüce Allah iftiranın ve iftiraya inanmanın şeytanın adımları olduğunu, onu izlememek gerektiğini uyarmaktadır. Bu çerçevede müslümanların içinde imkânı olanların bazı yanlışlıklara düşmemesiyle ilgili yeni bir hatırlatmaya yer vermektedir ki konunun bu boyutu da dolaylı da olsa Hz. Ayşe'ye atılan iftira ile ilişkidir.
    3) Benzer mesajlar: Nisâ 4:49; Necm 53:32.

  22. İçinizden lütuf ve servet sahibi kişiler, yakınlara, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere (mallarından) vermeleri konusunda yemin etmesin;[1] (onları) bağışlasınlar! Dikkat edin! Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.[2]

    1) Ayette geçen [lâ ye'teli] emri "geri durmasın", "yemin etmesin", "el çekmesin" gibi anlamlar içermektedir.
    2) Bu ayette bağışlanmak isteyenlerin kendilerinin de başkalarını bağışlaması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Benzer mesajlar: Bakara 2:109; Teğâbun 64:14.

  23. Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadınlara zina iftirasında bulunanlar, dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.

  24. O gün, dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarıyla ilgili olarak aleyhlerinde şahitlik edecektir.[1]

    1) Benzer mesajlar: İsrâ 17:36; Yâsîn 36:65; Fussilet 41:20.

  25. O gün, Allah onlara gerçek karşılıklarını tastamam verecektir ve Allah'ın sadece apaçık gerçek[1] olduğunu bilip anlayacaklardır.

    1) Benzer mesajlar: En‘âm 6:62; Yûnus 10:30, 32; Kehf 18:44; Hacc 22:6, 62; Mü'minûn 23:116; Lokmân 31:30.

  26. Pis kadınlar pis erkeklere, pis erkekler de pis kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yakışır. Bu (temiz olanlar iftiracıların) söylediklerinden uzaktır.[1] Onlar için bağışlanma ve değerli bir rızık vardır.

    1) Yüce Allah iftiraya uğrayan insanların yani başta Hz. Ayşe olmak üzere Hz. Muhammed'in ailesinin, zina iftirasına maruz bırakılan Safvân adlı sahâbînin, Medine toplumundaki az sayıda müfterinin iftirasından uzak olduğunu ifade etmektedir.

  27. Ey iman edenler! (Geldiğinizi) farkettirip ev halkına selam verinceye (onlar selamınızı alıncaya) kadar kendi evinizden başka evlere girmeyin! Bu (davranış), sizin için hayırlı olandır; umulur ki (gerceği) hatırlarsınız.[1]

    1) Bu ve devam eden ayetler, başkalarına ait meskenlere girmek istendiğinde nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğine dair sosyal hayatın en önemli ilkelerinden bir kısmını içermektedir. Buna göre kendilerine ait olmayan evlere girmeden önce izin istenmesi ve eve girmeden önce selam verilmesi gerektiği hükme bağlanmaktadır.

  28. Orada hiçbir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin! Size "Geri dönün!" denirse hemen dönün! (Çünkü) bu, sizin için daha uygundur. Allah yapmakta olduğunuz her şeyi bilendir.

  29. İçinde kendinize ait eşyanın (ihtiyaçlarınızın) bulunduğu oturulmayan evlere (izinsiz) girmenizde size herhangi bir vebal yoktur.[1] Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.[2]

    1) Nûr suresinin 27-29. ayetlerinde verilen bilgiler, Kur'an'ın sosyal hayata dair ne kadar detaylı hükümler içerdiğinin delilidir.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:77; Âl-i İmrân 3:5; En‘âm 6:3; Hûd 11:5; İbrâhîm 14:38; Nahl 16:19, 23; Tâhâ 20:7; Enbiyâ 21:4; Neml 27:25, 74; Kasas 28:69; Yâsîn 36:76; Teğâbun 64:4; A‘lâ 87:7.

  30. Mümin erkeklere söyle: "Gözlerini (harama bakmaktan) kıssınlar ve namuslarını korusunlar!" Bu, kendileri için daha uygundur.[1] Şüphesiz ki Allah yapmakta olduklarından haberdardır.

    1) Bu ayette harama bakmaktan sakınma ve namusu koruma emirlerinin hem erkek hem de kadınlar için birebir aynı ifadelerle kullanılması, bu emirlerin erkekler için de kadınlarla aynı ölçüde geçerli olduğunun delilidir.

  31. Mümin kadınlara da söyle: "Gözlerini (harama bakmaktan) kıssınlar[1] ve namuslarını korusunlar! (Kendiliğinden) görünen kısımları hariç olmak üzere,[2] ziynetlerini (süslerini) açmasınlar! Başörtülerini, yakalarının üzerine vurup (salsın)lar![3] Kocaları veya babaları veya kocalarının babaları veya kendi oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya kendi kadınları veya (meşru olarak) ellerinin altında bulunanlar veya şehvet sahibi olmayıp (evde) bulunan erkek (yaşlı hizmetçiler) veya kadınların avretlerinin henüz farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini açmasınlar! Gizlemekte oldukları ziynetleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar! Ey müminler! Hep birden Allah'a yönelin ki kurtulasınız!"

    1) Burada ve bir önceki ayette geçen [min absâri] ifadesindeki [min] edatı, bakışların "hepsinin" değil de "bir kısmının" kısılmasının emredildiğini anlama katan bir edattır. Çünkü insanlar gözlerini, bakışlarını tamamen kısarak yaşayamazlar; istenen şey, bazı bakışlarını kısmalarıdır ki bağlam gereği bunlar "harama olan bakışlar"dır. "Bakışların bir kısmını kısma"nın "namuslarını korumak"tan önce kullanılmasının sebebi, zinanın isteyerek harama yönelik bakışlardan sonra gelmesi olabilir.
    2) Bu cümlede vücudun kendiliğinden görünen bölgeleri haricindeki yerlerin örtülmesi gerekliliği dile getirmektedir ki bunlar yüz, eller ve ayaklardır.
    3) Bu ayet hanımların namahrem (kendilerine nikah düşen) erkeklerin yanında başlarını örtmeleri ve bu örtüyü yakalarının üzerinden göğüs bölgelerinin üzerine salmaları gerektiği emrini içermekte, başörtüsünün farz olduğunu göstermektedir. Surenin ilk ayetinde de dikkat çekildiği üzere bu surede dile getirilen bütün hükümleri uygulamak farzdır.

  32. İçinizden bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden (durumu evlenmeye) elverişli olanları evlendirin! Fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir.[1]Allah (imkânları) geniş olandır, bilendir.

    1) Bu ayet evlenmenin ve bekârları evlendirmenin fert ve toplumsal olarak farz olduğunu göstermektedir.

  33. Nikâh (imkânı) bulamayanlar, Allah lütfundan kendilerini zenginleştirene kadar namuslu olsunlar! Kendilerinde bir hayır görüyorsanız ellerinizin sahip olduklarından (kölelerden ve cariyelerden) özgürlük sözleşmesi yapmak isteyenlerle hemen özgürlük sözleşmesi yapın! Allah'ın size vermiş olduğu maldan (servetten) siz de onlara verin![1] Dünya hayatının geçici menfaatini elde edeceksiniz diye namuslu olmak isteyen genç cariyelerinizi fuhşa zorlamayın! Kim onları zorlarsa, (bilinmelidir ki) zorlanmalarından sonra Allah (o zorlananlar için) çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

    1) Bu ayetler kölelik ve cariyelik kurumunu ortadan kaldırmak için çeşitli prensipler içermektedir. Bu çerçevede kölelerin bedelli veya bedelsiz bırakılmaları (Muhammed 47:4), durumu müsait olanlarla özgürlük sözleşmesi denilen [mükâtebe] yapılması (Nûr 24:33), mümin köle ve cariyelerin müşrik erkek ve kadınlardan hayırlı olduğu ifade edilerek kendileriyle evlenmenin teşvik edilmesi (Bakara 2:221), bazı kefaret uygulamalarında bazen ilk sırada olmak üzere seçenek olarak sunulması (Nisâ 4:92; Mâide 5:89; Mücâdele 58:3), zekât verilecek sekiz gruptan biri olması (Tevbe 9:60), iyilik ve [takvâ]da (duyarlılıkta) onlara yardımın öne çıkartılması (Bakara 2:177; Nisâ 4:36; Nûr 24:33) ve [akabe] denen sarp yokuşu aşmanın ilk uygulaması olarak belirlenmesi (Beled 90:13) bu noktada elbette hatırlanmalıdır.

  34. Yemin olsun ki biz size apaçık ayetler, sizden önce geçmiş olanlardan bir örnek ve muttakîler (duyarlı olanlar) için bir öğüt indirdik.

  35. Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun durumu, içinde kandil bulunan bir oyuk gibidir. O kandil, cam (billur) bir fanus içindedir. O fanus da sanki inci (görünümlü) bir gezegen gibidir ki doğuya da batıya da ait olmayan bereketli bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağ ile) tutuşturulur. O (ağac)ın yağı, kendisine ateş değmese bile neredeyse nûr (ışık) verir. (Bu), nûr üstüne nûrdur. Allah dileyeni (layık gördüğü) kimseyi nûruna ulaştırır. Allah insanlara (işte böyle) örnekler verir. Allah her şeyi bilendir.[1]

    1) Bu ayet Yüce Allah'ın mutlak otoritesini göstermektedir. Benzer mesajlar: Bakara 2:255; Âl-i İmrân 3:2, 26-27; En‘âm 6:101-103; Şûrâ 42:11; Haşr 59:22-24; İhlâs 112:1-4.

  36. (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (şöyle kişiler) tesbih ederler (yüceltirler):

  37. O adamlar, ticaretin de alışverişin de kendilerini Allah'ı hatırlamaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı kişilerdir. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döneceği bir günden korkarlar.

  38. Sonunda Allah onları yaptıklarının en güzeli ile ödüllendirecek[1] ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah dilediğine (layık olana) hesapsız rızık verir.

    1) Benzer mesajlar: Tevbe 9:121; Nahl 16:96, 97; ‘Ankebût 29:7; Zümer 39:35; Ahkâf 46:16.

  39. Kâfir olanlara gelince, onların işleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su sanır. Sonunda ona (su sandığı yere) vardığında herhangi bir şey bulamamış,[1] yanıbaşında Allah'ı bulmuş (olacak)tır ki O da onun hesabını tastamam görmüş (olacak)tır. Allah hesabı hızlı olandır.

    1) İnkarcılar dünyada yapıp ettiklerinin bir su gibi onları ahirette beklediğini sanmalarına karşılık, mahşerde herhangi bir iyilikle buluşamayacaklardır. Dünyada yapıp ettikleri onlar için bir seraptan öte herhangi bir anlam taşımayacaktır.

  40. Veya (o kâfirlerin davranışları) derin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle) ki onu dalga üstüne dalga kuşatıyor; üzerinde de (bir) bulut; birbiri üstüne karanlıklar.[1] (İnsan), elini çıkar(ıp bak)sa, neredeyse onu bile göremez. Allah bir kimseye nûr (ışık) vermemişse, artık onun hiçbir nuru olmaz.

    1) Bu ayet denizlerin, okyanusların derinliklerindeki ışık kırılmalarının ve karanlıkların bulunduğu bilimsel gerçeğine işaret eden bir Kur'an mucizesidir.

  41. Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmüyor musun?[1] Elbette her biri kendi salâtını (duasını) ve tesbihini (yüceltmesini) bilmektedir.[2] Allah onların yapmakta olduklarını bilendir.

    1) Benzer mesajlar: Nahl 16:79; Mülk 67:19.
    2) Bu cümle İsrâ 17:44 ışığında okunmalıdır. Buradaki [salât] kelimesi "dua etmek" anlamına gelirken, [tesbîh] sözcüğü de iradeli veya iradesiz her varlığın yaratılış amacına uygun olarak hayatlarını sürdürmesi demektir. Melekler, insanlar ve cinler gibi canlı, iradeli ve konuşabilen varlıklar zaten [salât]ı yani duayı ve ibadeti de [tesbih]i de bilirler. Ancak kuşlar veya uçuşan varlıklar anlamında iradesiz, konuşamayan canlılar ile burada sözü edilmeyen diğer cansız varlıkların bunu bilmesi ancak mecazi anlamda bir bilgiyi ifade etse gerektir.

  42. Göklerin ve yerin otoritesi yalnızca Allah'a aittir. Dönüş de yalnız Allah'adır.

  43. Görmüyor musun ki Allah birtakım bulutları (çıkarıp) sürüyor; sonra onları bir araya getiriyor, sonra üst üste yığıyor. (Sonunda bulutların) arasından yağmurun çıktığını görüyorsun. (Allah) gökteki dağlar (gibi büyük bulutlar)dan dolu indirir de onu dilediğine (layık olana) isabet ettirir; dilediğinden de onu öteye çevirir (uzak tutar). (Bu bulutların) şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır![1]

    1) Bu ayette yağmurun oluşumu esnasında bulutlardaki değişime dikkat çekilmektedir. Benzer mesajlar: A‘râf 7:57; Tâhâ 20:53; Furkân 25:48-49; Neml 27:63; Rûm 30:48; Fâtır 35:9.

  44. Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Şüphesiz ki bunda, öngörü sahipleri için bir ibret vardır.

  45. Allah her canlıyı sudan yaratmıştır.[1] İşte onlardan kimi karnı üzerinde yürür (sürünür); kimi iki ayak üzerinde yürür; kimi dört ayak üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır; şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.[2]

    1) Bu ayet Enbiyâ 21:30. ayetle birlikte okunmalıdır. Bu ayette canlılığın kaynağında suyun bulunduğu gerçeğine dikkat çekilmektedir.
    2) Bu ayette "sürüngen", "iki ayaklı" ve "dört bacaklı" şeklinde canlıların üç ana kategorisine dikkat çekilmekte, ancak "Allah dilediğini yaratır" ifadesiyle de bunların dışında daha başka özellikteki canlılara işaret edildiği gibi başka canlı türlerinin de yaratılabileceği mesajı verilmek istenmektedir. 

  46. Şüphesiz ki apaçık ayetler indirdik.[1] Allah dileyeni (layık gördüğünü) doğru yola ulaştırır.[2]

    1) Yüce Allah'ın Kur'an'da verdiği bilgilerin apaçık olduğu belirtilmek üzere bu surenin 1, 34 ve 46. ayetlerinde [âyâtin (mü)beyyinâtin] (apaçık ayetler) ifadesi üç kez kullanılmaktadır.
    2) Benzer mesajlar: Bakara 2:213, 142, 272; En‘âm 6:88; Yûnus 10:25; Ra‘d 13:27; İbrâhîm 14:4; Nahl 16:93; Hacc 22:16; Nûr 24:35; Kasas 28:56; Fâtır 35:8; Zümer 39:23; Şûrâ 42:13; Müddessir 74:31.

  47. (Bazı insanlar:) "Allah'a ve Elçi'ye inandık ve itaat ettik!" diyor; sonra da içlerinden bir grup yüz çeviriyor. Bunlar asla inanmış değillerdir.

  48. Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçi'ye çağrıldıklarında (bir de bakarsın ki) içlerinden bir kısmı yüz çevirenler (olmuşlardır).

  49. Gerçek kendi lehlerine ise ona boyun eğip gelirler.

  50. Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa (vahiy konusunda) şüphe içinde mi kaldılar? Veya Allah'ın ve Elçisinin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır! Onlar zalimlerin ta kendileridir!

  51. Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçisine davet edildiklerinde, müminlerin sözü sadece "İşittik ve itaat ettik!" demeleridir. İşte onlar kurtulanların ta kendileridir.

  52. Kim Allah'a ve Elçisine itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'na karşı takvâlı (duyarlı) olursa,[1] işte onlar da mutluluğa ulaşanların ta kendileridir.

    1) Ayette geçen [yettakhi] ifadesinin çeşitli okunuş biçimlerinin bulunduğunu belirtmek gerekir; çünkü bu ifade bu kalıpta Kur'an'da sadece bu ayette getirilmektedir. Alimlerimizin aktardığı bilgiye göre, söz konusu kelime [yettekıh], [yetkıhî] şeklinde de okunmaktadır ki üçünün anlamı da aynıdır.

  53. (Münafıklar), sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (yanında savaşa) çıkacaklarına dair var güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Yemin etmeyin![1] İtaatiniz bilinmektedir![2] Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

    1) Bu buyruk, olur olmaz işlerde aceleyle yemin edilmemesi gerektiğine dikkat çekilmektedir.
    2) [Tâ‘atün ma‘rûfetün] tamlaması "yapmanız gerekeni yapın", "bilinen şekliyle itaat edin", şeklinde anlaşılabileceği gibi "(sizden bütün istenen Allah'ın mesajına) güzelce boyun eğmektir", "(sizden istenen yalan yere yemin etmek değil), güzel itaat etmektir" şeklinde de tercüme edilebilmektedir.

  54. De ki: "Allah'a itaat edin; Elçi'ye de itaat edin![1] Yüz çevirirseniz (onun sorumluluğu) kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak)tır; sizin (sorumluluğunuz da) size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir.[2] Ona itaat ederseniz, doğru yola ulaşmış olursunuz![3] Elçi'ye düşen, sadece apaçık tebliğdir."[4]

    1) Yüce Allah'a ve Elçisine itaatle ilgili bkz. Âl-i İmrân 3:32, 132; Nisâ 4:59; Mâide 5:92; Enfâl 8:1, 20, 46; Nûr 24:52, 54; Ahzâb 33:71; Muhammed 47:33; Fetih 48:17; Mücâdele 58:13; Teğâbun 64:12. Nisâ 4:80'de ifade edildiği gibi Hz. Muhammed'e itaat Yüce Allah'a itaat demektir.
    2) Bu cümlede sorumlulukların şahsiliğine dair bir mesaj verilmektedir. Benzer mesajlar: Nisâ 4:84; Mâide 5:105.
    3) Bu ayet mahşerde kurtuluşa erebilmek için dünyada Hz. Muhammed'e tabi olmak gerektiğinin delilidir. Bu ayet Âl-i İmrân 3:31 ve A‘râf 7:158. ayetlerle birlikte okunmalıdır.
    4) Tebliğle ilgili olarak bkz. Mâide 5:67, 99; Ra‘d 13:40; Nahl 16:35, 82; ‘Ankebût 29:18; Yâsîn 36:17; Şûrâ 42:48; Teğâbun 64:12; Ğâşiye 88:21.

  55. Allah sizden iman edip iyi işler yapanlara, kendilerinden öncekileri halife (sorumlu) kıldığı gibi onları da yeryüzüne halife (sorumlu) kılacağını,[1] onlar için uygun gördüğü dini (İslam'ı) güçlendireceğini ve (geçirdikleri) korkularından sonra kendilerine güven sağlayacağını vadetmiştir. (Çünkü) onlar, bana kulluk eder; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte onlar yoldan çıkanların ta kendileridir.

    1) Benzer mesajlar: A‘râf 7:129, 137; İbrâhîm 14:14; Enbiyâ 21:105; Kasas 28:5.

  56. Namazı kılın, zekâtı verin! Elçi'ye itaat edin ki merhamete ulaştırılasınız.

  57. Kâfir olanların, yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacaklarını sanmayasın![1] Onların barınağı ateştir. Ne kötü varış yeridir (orası)!

    1) Benzer mesajlar: En‘âm 6:134; Enfâl 8:59; Tevbe 9:2, 3; Yûnus 10:53; Hûd 11:20, 33; Nahl 16:46; ‘Ankebût 29:22; Fâtır 35:44; Zümer 39:51; Şûrâ 42:31; Ahkâf 46:32.

  58. Ey iman edenler! Ellerinizin (meşru bir şekilde) sahip olduğu kişiler ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah ibadetinden önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı ibadetinden sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden izin istesinler![1] (Bunlar), sizin için üç avret (açık bulunabilme) zamanıdır. (Bunun dışında izin istememelerinde) sizin için de onlar için de herhangi bir vebal yoktur. Birbirinizin yanına çok girip çıkanlarsınız.[2]Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah bilendir, doğru hüküm verendir.[3]

    1) Burada geçen [salâtü'l-fecr] ve [salâtü'l-‘işâ'] ifadeleri namazları içerse de maksat sabah ve yatsı vakitlerindeki bütün ibadetlerdir.
    2) Bu ayet aile içindeki tavır ve davranışların nasıl olması gerektiğine dair çok esaslı uyarılar içermektedir.
    3) Bu ayette aile içi ilişkilerde dikkat edilmesi gereken bazı konular gündeme getirilmektedir.

  59. Çocuklarınız ergenlik çağına ulaştığında, kendilerinden öncekiler (büyükler) izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler![1] Allah, ayetlerini size işte böyle açıklıyor. Allah bilendir, doğru hüküm verendir.

    1) Bu cümlede aile içerisindeki mahremiyet ölçülerine dair çok önemli bir konuya değinilmekte, kişinin kendi çocuğu bile olsa çocuklar ergenliğe erişince artık ana babalarının yanına girmelerinde özenli davranmaları, başka insanlar gibi izin almadan yanlarına girmemeleri gerektiği hükme bağlanmaktadır. Yüce Allah bu ayetiyle ergen çocuklarla ilgili düzenleme yapmakta, biyolojik büyümeyle psikolojik gelişmenin bir anlamda birlikte şekilleneceğine dikkat çekmek istemekte, Nûr suresinin 27-29. ayetlerindeki düzenlemenin ergen çocuklar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.

  60. Nikâh ümidi kalmayan yaşlı kadınların,[1] ziynet(lerin)i açmaksızın elbiselerini çıkarmalarında kendilerine herhangi bir vebal yoktur.[2] (Her şeye rağmen) iffetli davranmaları, kendileri için hayırlı olandır.[3] Allah duyandır, bilendir.

    1) Ayette geçen [el-kavâ‘ıdü mine'n-nisâi] ifadesi "oturan (yaşlı) kadınlar", "oturmuş, çocuktan kesilmiş kadınlar" gibi anlamlara gelmekte, sonrasında gelen [ellâtî lâ yercûne nikâhan] ifadesi ise "cinsel cazibesini kaybetmiş", "evlenme arzusu duymayan" anlamlarını içermektedir. Bu kullanımlar ayetteki ayrıcalıklı düzenlemenin toplumsal hayatta herhangi bir istismara kapı aralama ihtimali kalmayan yaşlı kadınlara özel olduğunu ortaya koymaktadır.
    2) Bu ayette nikâh arzulamayan yaşlı kadınların dış elbiselerini çıkarabilecekleri, ancak her hâlükârda iffetli kalmalarının kendileri için çok daha hayırlı olacağı ifade edilmektedir.
    3) Yüce Allah yaşlı kadınlara özel bir esneklik ortaya koysa da yine de bir sınırlandırma yapmakta, önceki cümlede olduğu gibi bu çerçevede "ziynetlerini açıp saçmamalarını" hükme bağlamakta, bu cümlede ise her şeye rağmen "iffetli davranmalarının kendileri için mutlak anlamda hayırlı olacağını" ifade etmektedir. Yaşlı kadınlar elbette gençlerden farklı olduğu için kendilerine alternatif bir hüküm getirilmekte, ancak temel hedef olan iffetli davranışın her durumda akıllarda ve gündemde bulunması gerektiği özellikle hatırlatılmaktadır.

  61. Görme engelliye zorluk yoktur; topala zorluk yoktur; hastaya da zorluk yoktur. Sizin için kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına sahip olduğunuz (yerler)den veya dostlarınızın evlerinden yemenizde (sakınca yoktur). Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de sakınca yoktur.[1] Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bir esenlik, bereket, iyilik dileği olarak kendinize (evdekilere) selam verin![2] Allah akıl edesiniz diye ayetleri size işte böyle açıklıyor.

    1) Bu ayet haremlik-selamlık uygulamasının zorunlu olmadığının delilidir.
    2) Ayetteki [‘alâ enfüsiküm] "kendinize" ifadesi, bütün müslümanların birbirlerini kendileri gibi görmeleri ve dışlamamaları gerektiği anlamındadır. Bu ayet Nisâ 4:86 ve En‘âm 6:54. ayetlerle okunmalıdır.

  62. Gerçek müminler,[1] Allah'a ve Elçisine iman edip güvenen kişilerdir. Onunla (Peygamber'le) toplumu ilgilendiren bir konu üzerindeyken, ondan izin isteyinceye kadar gitmezler. Senden izin isteyenler var ya, işte onlar, Allah'a ve Elçisine iman edip güvenenlerdir. Bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver ve kendileri için Allah'tan bağışlanma dile! Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.

    1) İman bir güven ve ispat kurumudur. İnanmayı, güvenmeyi, güvende olmayı ve güven vermeyi içermelidir. Mümin, inanılması gereken değerlerin tamamına inanan, inandığı bütün değerlere güvenen, bu sayede kendini güvende hisseden ve çevresine güven veren insandır. "Ne kadar güveniyorsan ve ne kadar fedakarlık yapıyorsan o kadar inanıyorsun demektir." Müminler slogan değil, aksiyon insanlarıdır; söylemle yetinmeyip eylemleriyle konuşabilen yiğitlerdir.

  63. Elçinin çağrısını kendi aranızdaki çağrı gibi tutmayın![1] İçinizden birini siper edinerek sıvışıp gidenleri[2] elbette Allah bilmektedir. Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir sıkıntı gelmesinden veya kendilerine elem verici bir azap gelmesinden sakınsınlar!

    1) Bu buyruk, Hz. Muhammed'in davetinin diğer insanların daveti gibi olmadığını, çok daha önemli ve ayrıcalıklı olduğunu göstermektedir.
    2) Kamuya ait bir konuda toplantı yapılırken yalan yere izin isteyenlerden ayrı olarak, meşru mazeretleri nedeniyle Hz. Muhammed'den izin isteyenlerin arkasına saklanarak oradan ayrılıp gidenlerin bulunduğu ve Yüce Allah'ın böylelerini gayet iyi bildiği ortaya konulmaktadır.

  64. Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa yalnızca Allah'a aittir. O, sizin ne hâlde olduğunuzu elbette bilmektedir. Huzuruna döndürülecekleri gün (dünyada) yapmış olduklarını (Allah) onlara bildirecektir. Allah her şeyi bilendir.