Araf

ARAF SURESİ ÖMER SEVİNÇGÜL MEALİ

‘Araf, cennetle cehennem arasında bulunan bir yerin adıdır.’

Bismillahirrahmanirrahîm.

  1. Elif, lâm, mîm, sad.
  2. İnsanları uyarman, inananlara bilgi vermen için sana bir Kitap indirildi. Bu yüzden kalbin daralmasın.
  3. Size Rabbinizden indirilene uyun. Ondan başka rehberlerin izinde yürümeyin. Siz pek az düşünüyorsunuz!
  4. Biz nice toplumları helak ettik. Baskınımız onlara ya geceleyin yatarlarken ya da gün ortasında uyurlarken geldi.
  5. Baskınımız kendilerine gelince, “Biz gerçekten zalim kimselerdik!” demekten başka söyleyecek söz bulamadılar.
  6. Andolsun, ‘yargı gününde’ hem kendilerine peygamber gelenlere, hem de o peygamberlere ‘neler yaptıklarını’ muhakkak sorarız.
  7. Sonra da, yapıp ettiklerini kendilerine ayrıntılı olarak anlatırız. Çünkü, biz onlardan uzak değildik.
  8. Yargı günü tartı işlemi gerçekleşecektir. Tartıları ağır gelenler, kurtuluşa erenlerdir.
  9. Tartıları hafif gelenlerse, ayetlerimize karşı haksızlık etmeleri yüzünden zarara uğrayanlardır.
  10. Sizi yeryüzüne yerleştirdik. Orada sizin için geçimlikler var ettik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
  11. Sizi yarattık, sonra biçimlendirdik. Sonra da, meleklere, “Âdem’e secde edin!” dedik. ‘Şeytanların atası olan’ İblis dışında hepsi secde ettiler. O secde edenlerden ‘saygı gösterenlerden’ olmadı.
  12. Allah ona, “Sana secde etmeni emretmiştim! Seni secdeden alıkoyan ne!” buyurdu. İblis, “Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan daha üstünüm” dedi.
  13. “Hemen in oradan! Orada büyüklenmek senin ne haddine! Hemen çık! Sen bir alçaksın!” buyurdu.
  14. Şeytan, “İnsanların dirilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi.
  15. Allah, “Haydi, sen ertelenenlerdensin!” buyurdu.
  16. Bunun üzerine İblis, “Andolsun! Senin beni azdırmana karşılık, ben de onları azdırmak üzere sana giden yola otururum,
  17. “Onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından yaklaşırım. Sen onların çoğunu sana şükreder bulmayacaksın!” dedi.
  18. Allah, “Yerilmiş ve kovulmuş biri olarak çık oradan! İnsanlardan sana uyanlar olursa, hiç kuşkunuz olmasın, cehennemi sizinle doldururum!” buyurdu.
  19. “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın! Yoksa zalimlerden olursunuz!”
  20. Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek niyetiyle onlara, “Rabbinizin size bu ağacı yasaklamasının nedeni, sizin melek olmanızı ya da burada temelli kalmanızı önlemek istemesidir” diye fısıldadı.
  21. “Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diyerek onlara yeminler etti.
  22. Onları kandırdı, sınırı aşmalarına sebep oldu. O ağacın meyvesini tadar tatmaz ayıp yerleri kendilerine göründü. Örtünebilmek için cennet yapraklarını üzerlerine yamamaya çalıştılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı! Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi!” diye seslendi.
  23. “Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik. Bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen, yitik acılarıyla yananlardan oluruz” dediler.
  24. “Kiminiz kiminize düşman olarak inin yeryüzüne!” buyurdu, “Yeryüzünde bir süre konaklayacak, geçiminizi sağlayacaksınız.
  25. “Orada yaşar, orada ölür, oradan çıkartılırsınız.”
  26. Ey insanlar! Size, hem ayıp yerlerinizi örtesiniz, hem de süslenesiniz diye giysi ‘yapma bilgisi’ indirdik. Fakat takva ‘günahlardan sakınma’ giysisi daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın ayetlerindendir. Belki düşünür de ibret alırlar!
  27. Ey insanlar! Ayıp yerlerini kendilerine göstermek üzere ana babanızı ayartıp cennetten çıkartan şeytan, sakın sizi de ayartmasın! O ve onun yardımcıları sizi her yerde gözetlerler, ama siz onları göremezsiniz. Biz, şeytanları kâfirlere yakın arkadaşlar yapmışızdır.
  28. Onlar, utanç verici bir iş yaptıkları zaman, “Atalarımızı bu yol üzerinde bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. “Allah utanç verici bir işi emretmez. Allah’a, hakkında bilginiz olmayan bir şeyi mi yakıştırıyorsunuz!” de.
  29. “Rabbim ‘her hak sahibine hakkını vererek’ adaleti uygulamanızı emretti. Her secde yerinde ‘ibadet ederken tüm benliğinizle’ yüzlerinizi ona yöneltin. Dini kendisine özgü kılarak ‘ihlasla, başka bir amaç gözetmeksizin yalnız’ ona yalvarın. Sizi ilkin o yarattı, sonunda ‘hesap vermek üzere’ onun huzuruna döneceksiniz, unutmayın!” de.
  30. Bir kısım insanları doğru yola iletti. Bir kısım insanlara da ‘kendi seçimleri yüzünden’ sapkınlık hak oldu. Çünkü bunlar, Allah’ı bırakıp şeytanları arkadaş edinmişlerdi. Bir de kendilerini doğru yolda sanırlar!
  31. Ey insanlar! Her secde yerinde ‘ibadet ederken, maddî manevî’ süslerinizi takının. Yiyin, için, ama israf etmeyin. Çünkü, Allah israf edenleri sevmez.
  32. “Allah’ın, kullarının faydalanması için yarattığı güzel nimetleri, temiz rızkları yasaklayan kim!” de. “İnananların dünya hayatında bunlardan faydalanmaları ‘ilahi’ yasalara uygundur, kıyamet günündeyse yalnız onlara özgüdür” de. Bilgi edinmeye yatkın kimseler için ayetlerimizi ayrıntılı biçimde açıklıyoruz.
  33. “Rabbim, açık ya da gizli bütün çirkin eylemleri, günahın her türlüsünü, haksız yere başkasının hakkına el uzatmayı, hakkında belge indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasakladı” de.
  34. Her topluluk için bir yaşama süresi belirlenmiştir. Bu süre dolunca, ecellerini ne bir an geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler.
  35. Ey Âdemoğulları! Size, aranızdan, ayetlerimizi okuyan peygamberler gelince, ‘onların uyarılarından etkilenerek’ kötülüklerden sakınanlara, kendilerini düzeltenlere korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.
  36. Ayetlerimizi yalanlayarak onlara karşı büyüklük taslayanlarsa ateş arkadaşlarıdırlar. Orada temelli kalacaklar!
  37. Kendi yalanlarını Allah’a yakıştıran ya da onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir! Onların ‘yazgılarını içeren’ kitaptaki nasipleri kendilerine erişecektir. Sonunda, elçilerimiz ‘melekler’ gelip de canlarını alırlarken, “Hani nerdeler Allah’tan başka taptıklarınız!” dediklerinde, “Bizi yüzüstü bıraktılar!” derler. Böylece, kâfir olduklarına kendileri tanıklık ederler.
  38. Allah, “Sizden önce gelip geçen cin ve insan topluluklarıyla birlikte girin ateşe!” der. Ona giren her topluluk, yoldaşına lânet eder. Sonunda hepsi birbirlerine eklenirler. Arkadan gelenler, önde gidenler için, “Rabbimiz! Bizi bunlar saptırdı. Onlara iki kat azap ver” derler. Allah, “Hepinizin azabı iki kattır, ama bunu bilmiyorsunuz!” der.
  39. Önde gidenler de arkadan gelenlere, “Sizin bizden üstün bir yanınız yoktu. Kendi kazancınız yüzünden tadın azabı!” derler.
  40. Doğrusu, ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı büyüklük taslayanlara gök kapıları açılmaz. Onlar halat ‘ya da deve’ iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremezler. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız!
  41. Cehennemde onlar için bir yatak, üzerlerinde de ateşten örtüler vardır. Biz, zalimleri böyle cezalandırırız!
  42. Biz her ferde gücü kadar yük yükleriz. İnanıp güzel işler yapanlar, cennetin ayrılmaz arkadaşlarıdırlar. Orada temelli kalacaklar.
  43. Cennette önlerinden ırmaklar akarken, gönüllerindeki kini ‘olumsuz duyguları’ sıyırıp almışızdır. “Doğru yolu göstererek bizi bu nimetlere eriştiren Allah’a şükürler olsun. Allah bizi doğru yola iletmeseydi biz o yolu bulamazdık. Rabbimizin gönderdiği elçiler bize gerçekleri getirmiş” derler. Kendilerine, “Yapıp ettiklerinize karşılık mirasçısı olduğunuz cennet işte budur!” diye seslenilir.
  44. Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize olan vaadini ‘sözünü’ gerçekleşmiş bulduk. Siz de size olan vaadini gerçekleşmiş buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar da, “Evet!” derler. Derken, aralarında bir seslenici şöyle seslenir: “Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun!
  45. “O zalimler, Allah yolundan alıkoyar, o yolu çarpıtmak ister, ahiret hakikatine inanmazlardı.”
  46. ‘Cennetliklerle cehennemlikler’ arasında bir yüksek set vardır. Orada, iyiyi kötüden ayırt edebilme yetisi gelişmiş bazı kimseler bulunur. Her iki tarafı da ‘cennetliklerle cehennemlikleri’ yüzlerinden tanırlar. Cennetliklere, “Size selâm olsun!” diye seslenirler. Bunlar, henüz girmemekle birlikte cenneti uman kimselerdir.
  47. Gözleri cehennemliklerden yana çevrilince, “Rabbimiz, bizi şu zalimlerin arasına katma” derler.
  48. Araftakiler ‘arada bulunup iyiyi kötüden ayırt etme yetisine sahip olanlar’ yüzlerinden tanıdıkları bazı kimselere, “Gördünüz ya, ne biriktirdiklerinizin, ne de büyüklenmenizin size bir faydası olmadı!” diye seslenirler.
  49. Bunlar mıydı ‘beğenmeyip de’ “Allah onları rahmetine erdirmez” diye haklarında yeminler ettiğiniz kimseler! ‘Haberiniz olsun, yargı günü onlara’ “Haydi girin cennete. Size korku yok. Asla üzülmeyeceksiniz!” diye sesleniliyor.
  50. Cehennemlikler cennetliklere, “Size verilen suyun birazını bize akıtın ya da Allah’ın size verdiği rızktan bize de verin!” diye seslenirler. Cennetlikler de onlara, “Allah bu nimetleri inkârcılara yasakladı!” derler.
  51. Onlar, dünya hayatına aldandılar da oyunu, eğlenceyi kendilerine din edindiler. Onlar, bu ‘yargı’ günlerine kavuşmayı ‘göz ardı edip’ unuttukları, ayetlerimizi inkâr ettikleri gibi, biz de bugün kendilerini ‘göz ardı edip’ unuturuz!
  52. Çünkü biz, inanan kimseler için yol gösterici ve rahmet olsun diye onlara bir kitap ilettik. Onu ilimle ayrıntılı biçimde açıkladık.
  53. Onlar ancak ‘bakalım işin sonu nereye varacak diye’ onun tevilini ‘yorumunu, sonucunu’ gözetliyorlar. O sonuç gerçekleştiği zaman, daha önce onu umursamayan kimseler, “Rabbimizin elçileri bize gerçeği söylemişler. Bizi kayırıp kollayacak biri varsa tam zamanıdır, bizi şimdi kayırıp kollasın. Ya da ‘bir çaresi yok mu’ geriye döndürülsek de daha önce işlediklerimizin başka türlüsünü işlesek” derler. Hayır, bunlar kendilerine yazık ettiler. O uydurup durdukları şeyler de kendilerini yüz üstü bırakıp gittiler.
  54. Rabbiniz Allah’tır sizin! Gökleri ve yeri altı günde ‘evrede’ yarattı. Sonra ‘en yüce egemenlik makamı olan’ arşa hükümran ‘egemen’ oldu. Gündüzü, onu durmadan izleyen geceye bürür. Güneş, ay ve yıldızlar onun emri altındadır. Dikkat edin! Yaratma yetkisi de onundur, emir verme hakkı da. Âlemlerin Rabbi olan Allah pek yücedir!
  55. Rabbinize, kalbinizin derinliklerinden gelen duygularla yalvarıp yakarın. Doğusu o, haddi ‘ilahi sınırları’ aşanları sevmez.
  56. Hazır düzeltilmişken yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a, korkarak, umarak yalvarın. Allah’ın rahmeti güzel davrananlara pek yakındır.
  57. Rahmetinin önünde rüzgârı müjdeci olarak gönderen, Allah’tır. Rüzgârlar, ağır bulutları hafifmiş gibi yüklendiklerinde, onu ölü bir bölgeye gönderir, ondan su indirir, o suyla da her türlü ürünü çıkartırız. İşte ölüleri de öyle çıkartırız! Belki bunu düşünür de ibret alırsınız!
  58. Bereketli toprakların bitkisi, Rabbinin izniyle fışkırırcasına çıkar. Verimsiz topraklardansa bitki çıkmaz, çıksa da bir işe yaramaz. Şükredecek kimseler için ayetlerimizi evirip çevirerek iyice açıklıyoruz.
  59. Andolsun, Nuh’u halkına ‘peygamber olarak’ gönderdik. “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi.
  60. Halkının seçkinleri, “Biz seni apaçık bir sapıklıkta görüyoruz” dediler.
  61. “Ey halkım!” dedi, “Bende hiçbir sapıklık yok. Ben, âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.
  62. “Size Rabbimin sözlerini iletiyor, öğütler veriyorum. Allah’ın bana bildirmesi sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum.
  63. “Sizi uyarsın da sakınıp rahmete eresiniz diye, aranızdan bir adama Rabbinizden bir bilgi gelmesini yadırgıyor musunuz!”
  64. ‘Bu uyarıların hiçbirini dinlemeyip’ onu yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber ‘Nuh tarafından bizim emrimizle yapılan’ gemide bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları sulara gömdük. Çünkü onlar, ‘gerçekleri görebilme yetisi’ körelmiş kimselerdi!
  65. Âd halkına da kardeşleri Hud peygamberi gönderdik. “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için ondan başka ilah yoktur. Hâlâ onun azabından sakınmayacak mısınız!” dedi.
  66. Halkının seçkinlerinden olan inkârcılar, “Biz seni kıt akıllı biri olarak görüyor, üstelik yalancılardan biri sanıyoruz” dediler.
  67. “Ey halkım!” dedi, “Ben kıt akıllı biri değilim. Âlemlerin Rabbinin peygamberiyim.
  68. “Sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Rabbimin sözlerini iletiyorum.
  69. “Sizi uyarması için aranızdan bir adama Rabbinizden bir bilgi gelmesini yadırgıyor musunuz! Rabbinizin nimetlerini hatırlasanıza. O sizi Nuh halkının yerine getirdi, üstün güçlerle donattı. Allah’ın nimetlerini anın ki kurtuluşa erebilesiniz.”
  70. Halkı, “Sen bize, sadece Allah’a tapalım da atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi geldin! Doğru sözlü biriysen, sözünü ettiğin şu azabı getirsene!” dediler.
  71. Hud da onlara, “İşte, Rabbinizin gazabını da, azabını da hak ettiniz! Yapay tanrılar için mi benimle tartışıyorsunuz! Allah onlar hakkında bir belge indirmedi. Birer kuru isim, kimini siz taktınız, kimini atalarınız! Gözetleyin bakalım, ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim!” dedi.
  72. Bunun üzerine onu ve onunla birlikte olanları rahmetimizle kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmayanların kökünü kestik!
  73. Semud halkına da kardeşleri Salih’i peygamber yaptık. “Ey halkım!” dedi, “Allah’a kulluk edin! Sizin için ondan başka ilah yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir ayet ‘alâmet’ geldi. Allah tarafından gönderilen bu dişi deve size bir alâmettir. Rahat bırakın onu da Allah’ın arzında otlasın. Ona kötülük niyetiyle dokunmayın. Sonra canlar yakan bir azap sizi yakalayıverir.
  74. “Hatırlayın, Allah sizi Âd halkının yerine getirdi. Size yeryüzünde yerler verdi. Ovalarında saraylar ediniyor, dağlarında evler yontuyorsunuz. Allah’ın nimetini anın. Bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.”
  75. Halkının büyüklük taslayan seçkinleri, inanmaları yüzünden hor gördükleri kimselere, “Salih’in hakikaten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?” dediler. Onlar da, “Doğrusu biz onunla gönderilene inanıyoruz!” dediler.
  76. Büyüklük taslayanlar, “Sizin inandıklarınızı biz inkâr ediyoruz!” dediler.
  77. Sonra da deveyi kesip devirdiler. Rablerinin emrine başkaldırdılar. “Ey Salih!” dediler, “Gerçekten peygambersen getirsene bizi korkuttuğun şu azabı!”
  78. Derken, onları bir sarsıntı yakaladı. Yerlerinde can verip devrildiler!
  79. Salih onlardan yüz çevirdi, “Ey halkım!” dedi, “Rabbimin sözlerini size eksiksiz ilettim, öğütler verdim, ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz!”
  80. Lût’u da ‘kendi halkına peygamber gönderdik’. Bir zamanlar halkına, “ Âlemlerde‘gelmiş geçmiş insan toplulukları arasında’ sizden önce kimselerin yapmadığı utanç verici bir işi mi yapıyorsunuz!
  81. “Kadınları bırakıyor da şehvetle erkeklere yanaşıyorsunuz! Hayır, siz gerçekten ilahi sınırları aşan azgın kimselersiniz!” dedi.
  82. Halkının tek cevabı, “Sürün şunları kentinizden! Onlar kendilerini temiz olmayan şeylerden uzak tutan kimselermiş!” demek oldu.
  83. Bunun üzerine, hem onu, hem de onun ‘inanmış’ yakınlarını kurtardık, geride sadece ‘öbürlerine benzeyen’ karısı kaldı.
  84. Üzerlerine ‘silip süpürücü’ bir yağmur yağdırdık. Bak nasıl oldu günaha dalanların sonu!
  85. Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı elçi gönderdik. “Ey halkım!” dedi, “Allah’a kulluk edin! Sizin ondan başka ilahınız yoktur. Rabbinizden size apaçık bir belge geldi. Ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Hazır düzeltilmişken yeryüzünü bozmayın. İnanan kimselerseniz sizin için hayırlı olan budur.
  86. “Yolların kıyısında pusu kurup da inananları korkutmayın. Allah yolundan çevirmeye, o yolu eğri göstermeye çalışmayın. Siz azlıkken onun sizi çoğalttığını hatırlayın. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın!
  87. “Sizin içinizde benimle gönderilen haberlere inananlar da var, inanmayanlar da. Allah aramızda hüküm verene kadar sabredin. Allah, hükmedenlerin en hayırlısıdır!”
  88. Halkının büyüklük taslayan seçkinleri, “Ey Şuayb! Sen ve sana inananlar, ya bizim yolumuza dönersiniz ya da sizi yurdumuzdan süreriz” dediler. Şuayb, “Ya bunu ‘sizin istediklerinizi’ yapmak içimizden gelmiyorsa..?” dedi.
  89. “Allah bizi ondan kurtardıktan sonra sizin yolunuza dönersek Allah hakkında yalan söylemiş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi bir yana, sizin dininize dönmemiz imkânsızdır. Rabbimiz sınırsız ilmiyle her şeyi kapsamıştır. Biz yalnız Allah’a güveniriz. Rabbimiz! Bizimle halkımız arasında sen hüküm ver. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!”
  90. Halkının inkârcı seçkinleri, “Şuayb’a uyarsanız kaybeden siz olursunuz, bunu bilin de ona göre davranın!” dediler.
  91. Derken, onları şiddetli bir deprem yakaladı. Oldukları yere devrilip can verdiler!
  92. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular. Şuayb’ı yalanlamakla kaybedenler kendileri oldular!
  93. O da onlardan yüz çevirdi, “Ey halkım! Rabbimin sözlerini size ilettim. Öğütler de verdim. Şimdi ben inkârcı bir halka nasıl acırım!” dedi.
  94. Biz hangi halka peygamber gönderdiysek, yakarsınlar diye, onları zorlukla, darlıkla sıkıntıya soktuk.
  95. Sonra, kötünün yerine iyiyi koyduk. Eskisine oranla daha da varlıklı oldular. Fakat, “Atalarımıza da bazen sıkıntı, bazen de sevinç dokunmuştur” dediler. Biz de onları, farkına varmadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik!
  96. O toplumun insanları inansalar da kötülüklerden sakınsalardı, onlara gökten ve yerden bolluk kapıları açardık, ama yalanladılar. Biz de onları yapıp ettikleri yüzünden kıskıvrak yakaladık.
  97. Şu toplumun insanları, geceleyin uyurlarken baskınımız kendilerine gelmeyecek diye güvende olabilirler mi!
  98. Ya da, şu toplumun insanları, gün ortasında oynarlarken baskınımız kendilerine gelmeyecek diye güvende olabilirler mi!
  99. Allah’ın düzenine karşı kim kendini güvende hissedebilir! Allah’ın düzeninden, kendilerine yazık edenlerden başkası emin olmaz!
  100. Eski sahiplerinden sonra yeryüzünü devralanlar hâlâ anlayamadılar mı! Dileseydik, günahları yüzünden kendilerini de cezaya çarptırırdık. Üstelik, kalplerinin üzerine mühür basardık da artık hissedemezlerdi.
  101. ‘Geçmişte yaşamış’ toplumların bazı haberlerini sana ‘bir ibret olmak üzere’ anlatıyoruz. Andolsun! Peygamberler kendilerine apaçık belgelerle gelmişlerdi. Fakat onlar, önceleri yalanlamaları sebebiyle ‘inkârı âdet edindikleri için’ inanmadılar. Allah, inkârcıların kalbini işte böyle mühürler!
  102. Onların çoğunu, sözünde durur kimseler olarak bulmadık. Tersine, yoldan çıkmış azgınlar olarak bulduk.
  103. Sözü edilen toplumlardan sonra, Musa’yı ayetlerimizle Firavuna ve onun seçkinlerine gönderdik. Onlar o ayetlere haksızlık ettiler. Bak nasıl oldu bozguncuların sonu!
  104. Musa, “Ey Firavun!” dedi, “Ben âlemlerin Rabbi tarafından görevlendirilen bir peygamberim.
  105. “Bana düşen, Allah hakkında gerçeklerden başka bir şey söylememektir. Size Rabbinizden kesin bir mucize getirdim. İsrailoğullarını bırak da benimle birlikte gelsinler.”
  106. Firavun, “Bir mucize getirdiysen göster, görelim. Davanda haklıysan bunu yaparsın!” dedi.
  107. Musa, asasını yere bıraktı. O asa kocaman bir yılan oldu!
  108. Elini sıyırıp yukarı kaldırdı. Baktılar, bembeyaz parlıyor!
  109. Firavun halkının seçkinleri, “Doğrusu bu adam bilgin bir büyücü!
  110. “Sizi yurdunuzdan sürmek istiyor” dediler. Firavun onlara, “Bu durumda öneriniz nedir?” dedi.
  111. Seçkinler dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere toplayıcılar gönder.
  112. “Bilgin sihirbazları hepsini senin huzuruna getirsinler.”
  113. ‘Bir süre sonra’ büyücüler Firavunun huzuruna geldiler. “Üstün gelirsek bize bir ödül verilecek mi?” dediler.
  114. Firavun, “Evet, gözdelerim arasına katılma hakkı kazanacaksınız” dedi.
  115. Büyücüler, “Ey Musa!” dediler, “Hünerini önce sen mi göstermek istersin, yoksa biz mi gösterelim?”
  116. Musa, “Önce siz gösterin” dedi. Büyücüler, hünerlerini göstererek insanların gözlerini büyülediler. Onları korkutup hayrete düşürdüler. Büyük bir büyü gösterisi yaptılar!
  117. Biz de Musa’ya, “Asanı bırak!” dedik. Musa, asasını yere bırakınca koca bir yılan oldu, onların bütün uydurduklarını yuttu!
  118. Böylece, gerçek ortaya çıktı. Onların yaptıkları boşa gitti.
  119. Artık orada yenilmiş, küçük düşmüş oldular.
  120. ‘Hakikati anlayan’ büyücüler secdeye kapandılar,
  121. Dediler ki: “Biz âlemlerin Rabbine inandık,
  122. “Musa ve Harun’un Rabbine.”
  123. Firavun, “Siz ona ben izin vermeden nasıl inanırsınız! Kesinlikle bir tuzak bu, onu şehirde planlamışsınız! Halkı şehirden sürgün etmek istiyorsunuz! Yakında görürsünüz siz!” dedi.
  124. “Andolsun, ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama keseceğim! Sonra da hepinizi asacağım!”
  125. Büyücüler, “Biz, Rabbimize dönücüleriz.”
  126. “Rabbimizin delilleri gelince onlara inanmamız yüzünden bize kızıyorsun. Rabbimiz! Bize dayanma gücü ver. Canımızı Müslüman olarak al” dediler.
  127. Firavun halkının seçkinleri, “Musa ve halkını, yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını bıraksınlar diye mi salıveriyorsun?” dediler. Firavun, “Onların oğullarını öldürürüz, kadınlarını diri bırakırız. Kuşkunuz olmasın, üzerlerinde ezici bir gücümüz var” dedi.
  128. Musa da halkına, “Allah’tan yardım isteyin. Sabredin. Yeryüzü Allah’ındır, kullarından kimi dilerse ona bırakır. Sonunda içtenlikle inanarak kötülüklerden sakınanlar kazanacaktır” dedi.
  129. Fakat İsrailoğulları, “Sen gelmeden önce de, geldikten sonra da bize eziyet ediliyor” dediler. Musa, “Rabbinizin düşmanınızı yok etmesi, onların yerine sizi getirmesi umulur. Sonra da yaptıklarınızı gözetler” diye cevap verdi.
  130. Andolsun, belki düşünür de ibret alırlar diye Firavun halkını nice seneler kuraklık ve kıtlıkla sıktık.
  131. Kendilerine ne zaman bir iyilik erişse, “Bunun sebebi biziz” derlerdi. Ne zaman bir kötülük gelse, Musa ve yanındakilerin uğursuzluğunu sebep gösterirlerdi. Bilin, Allah katında asıl uğursuzlar kendileridir! Fakat onların çoğu bilmez!
  132. Firavunun adamları, “Bizi etki altına almak için hangi mucizeyi gösterirsen göster, sana asla inanmayız!” dediler.
  133. Biz de, üzerlerine su baskını, çekirge, haşereler, kurbağalar ve suyun kana dönüşmesi gibi afetleri gönderdik. Bunlar, birbirine benzemeyen birer alâmetti. Fakat onlar yine de büyüklük tasladılar. Günahlara dalan suçlu bir toplum olmayı sürdürdüler.
  134. Azap üzerlerini kapladı mı, “Ey Musa!” derlerdi, “Sana olan sözü hürmetine bizim için Rabbine yalvar da azabı üzerimizden kaldırsın. O zaman sana kesinlikle inanırız. İsrailoğullarını seninle göndeririz.”
  135. Bir süre verir, azabı üzerlerinden kaldırırdık. Sözlerinde durmaz, hemen eski hâllerine dönüverirlerdi.
  136. Bu nedenle işledikleri suçlar sebebiyle hak ettikleri cezalarını verdik. Ayetlerimizi yalanlamaları, umursamamaları yüzünden onları sulara gömdük.
  137. Hor görülüp ezilen o halkı, kutlu kıldığımız yerlerin doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Sabretmelerine karşılık, Rabbinin İsrailoğullarına vaadi tam anlamıyla gerçekleşti. Firavun ve halkı tarafından özenle yapılıp yükseltilen yapıları yerle bir ettik.
  138. İsrailoğullarını denizden geçirdik. Kendilerine özgü bazı putlara tapan bir halka rastladılar. “Ey Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yapsana!” dediler. Musa, “Siz gerçekten cahil ‘hakikati bilmeyen’ kimselersiniz!” dedi,
  139. “Bunların yer aldıkları din silinir gider. Yapıp ettiklerinin hepsi boştur.
  140. “Sizi âlemlere üstün kılan Allah’tan başka bir ilah mı arayayım!”
  141. Bir zamanlar sizi Firavun yanlılarından kurtarmıştık. Oğullarınızı öldürüp kadınlarınızı diri bırakarak size azabın en kötüsünü uyguluyorlardı. Rabbiniz, sizi bunlarla sınamıştı.
  142. Musa’ya otuz gece süre verdik. Sonra buna on gece daha ekledik. Böylece, Rabbinin belirlediği süre kırk geceye tamamlandı. Musa, kardeşi Haruna, “Halkımın içinde beni temsil et. Onları ıslah eyle. Bozguncuların yoluna uyma” dedi.
  143. Musa belirlediğimiz vakitte geldi. Rabbi onunla konuştu. Musa, “Rabbim! Bana kendini göster de sana bakayım” dedi. Allah, “Sen beni asla göremezsin! Şimdi dağa bak! O yerinde kalırsa, beni görebilirsin demektir” dedi. Rabbi, ‘sonsuz gücünün pek azıyla’ dağa etki edince onu un ufak eyledi. Musa da bayılıp düştü. Ayılınca, “Rabbim! Sen bütün kusurlardan ıraksın! Sana tevbe ettim. Ben, inananların ilkiyim” dedi.
  144. “Ey Musa!” dedi, “Elçi yapıp konuşmakla, sana insanlar arasında üstün bir konum verdim. Verdiklerimi al, şükredenlerden ol!”
  145. Ona levhalarda ‘tabletlerde’ her türlü öğüdü yazdık. Her konuda ayrıntılı açıklamalar yaptık. “Sen bunlara sıkıca sarıl. Halkına söyle, onlar da sıkıca sarılsınlar. Size, günaha batan azgınların yurdunu göstereceğim!” dedik.
  146. Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzaklaştırırım. Onlar, bütün ayetleri görseler de inanmazlar. İyiye ileten yolu görseler bile onu yol edinmezler. Fakat sapıklık yolunu görürlerse onu yol edinirler. Bunun sebebi, ayetlerimi yalanlamaları, onlara ilgisiz kalmalarıdır.
  147. Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların bütün yaptıkları boşa gider. Onlar, yapıp ettiklerinin karşılığından başka bir şeyle cezalandırılacak değiller ya!
  148. Musa’nın halkı, onun ardı sıra, takılarından yapılmış böğüren bir buzağı heykelini tanrı edindiler. Görmediler mi ‘taptıkları heykel’ onlara ne bir söz söyleyebilir, ne de bir yol gösterebilirdi. İşte onu tanrı olarak benimsediler! Kendilerine yazık ettiler!
  149. Bir zaman sonra gerçekten sapıttıklarını anlayıp pişman oldular. Elleri yanlarına düştü. “Rabbimiz merhamet edip de bizi bağışlamazsa işimiz bitik!” dediler.
  150. Musa, halkının yanına kızgın ve üzgün olarak döndü. “Benden sonra nice kötülükler yapmışsınız! Rabbinizin ‘azap’ emrinin acele gelmesini mi istiyorsunuz!” dedi, elindeki levhaları yere bıraktı. Kardeşi Harunu başından tutup kendine çekti. Harun da ona, “Ey annemin oğlu!” dedi, “İnan olsun bu insanlar beni küçümsediler. Az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek biçimde davranma. Şu zalim kimselerle beni bir tutma.”
  151. Musa şöyle yakardı: “Rabbim! Beni ve kardeşimi affet! Bize merhamet eyle! Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin!”
  152. Buzağıyı tanrı edinenlere gelince, Rableri onlara gazap edecek, dünya hayatında alçalacaklar! Biz, düzmece tanrılar uydurup tapanları böyle cezalandırırız!
  153. Kötülük yaptıktan sonra tevbe edip inananlar şunu bilsinler: Rabbin, tevbeden sonra günahları bağışlayandır, merhamet edendir.
  154. Öfkesi yatışan Musa, levhaları aldı. Onlarda, Rablerinden korkanlar için doğru yol bilgisi ve rahmet yazılıydı.
  155. Musa, belirlediğimiz vakitte, halkından yetmiş kişi seçti. Onları sarsıntı tutunca, “Rabbim!” dedi, “Dileseydin daha önce beni de, onları da yok ederdin. Şimdi bizi, aramızdaki kıt akıllıların yaptıklarından ötürü helak mi edeceksin! Bu, senin imtihanından başka bir şey değildir. Bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Bizim koruyucumuz sensin. Bizi bağışla, bize merhamet eyle. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
  156. “Bizim için bu dünyada da güzellik yaz, öbür dünyada da. Biz, yalnız sana yöneldik.” Allah, “Azabımı, kimi dilersem ona isabet ettiririm. Merhametim her şeyi kapsamıştır. Onu, içtenlikle inanarak günahlardan sakınanlar, zekât verenler, ayetlerime inananlar için yazarım.
  157. “Onlar, okuma yazma bilmeyen Elçiye, o Peygambere uyarlar. Onun özellikleri, yanlarında bulunan Tevrat’ta ve İncil’de yazılıdır. O Peygamber, iyiyi buyurur, kötüyü yasaklar. Temiz olanları helal, pis olanları haram kılar. ‘Daha önce kitap verilenlerin’ üzerlerindeki zorlu yükleri indirir, altından kalkılması zor yükümlülükleri kaldırır. Bu Peygambere inanan, saygı duyan, yardım eden, ona indirilen nura uyanlar, kurtuluşa erecek olanlardır.”
  158. “Ey insanlar! Allah’ın izniyle ben hepinize peygamber olarak gönderildim. Göklerin ve yerin hâkimiyeti onundur. Ondan başka ilah yoktur. Hayatı ve ölümü yaratan odur. Allah’a ve onun ‘son’ peygamberine inanın. Okuma yazma bilmeyen o Peygamber, hem Allah’a inanır, hem de onun sözlerine. Siz de ona uyun ki doğru yola erişebilesiniz!” de.
  159. Musa’nın halkından bir topluluk, ‘insanları’ hakka iletir, onunla adaleti uygularlardı.
  160. İsrailoğullarını, oymaklar hâlinde on iki boya ayırdık. Halkı ondan su istedi. Musa’ya, “Vur asanı taşa!” diye buyurduk. Taştan on iki pınar fışkırdı. Her boy su içme yerini belledi. Bulutu üzerlerine gölgelik yaptık. Onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik. “Size rızk olarak verdiklerimizin temizinden yiyin” dedik. Bize bir zarar vermiş olmadılar. Sadece kendi nefislerine zulmettiler!
  161. Bir zamanlar onlara, “Şu şehirde oturun. Ürünlerinden hangisini arzu ederseniz yiyin. “Affet!” deyin. Büyük bir saygıyla şehrin kapısından girin. Biz de sizin hatalarınızı affedelim. Güzel davrananlara daha da artırırız” dedik.
  162. Onlardan zulme sapanlar, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Biz de, haksızlık etmelerinden ötürü o zalimlerin üzerine gökten bir afet indirdik.
  163. Onlara deniz kıyısındaki kasaba hakkında sorular sor. Cumartesi günü gözetmeleri gereken ilahi sınırları aşıyorlardı. Bunun sebebi, balıkların cumartesi günleri sürülerle gelmeleri, sıradan günlerde gelmemeleriydi. Biz, yoldan çıkmaları sebebiyle onları sınıyorduk.
  164. Onlardan kimileri, ‘ilahi sınırları aşanları’ uyaranlara, “Allah’ın yok edeceği ya da azap vereceği bir halka niye öğüt veriyorsunuz!” diyorlardı. Onlar da, “Rabbimizin katında sorumluluktan kurtulmak için. Kim bilir, belki ‘etkilenirler de emirlere karşı gelmekten’ sakınırlar” dediler.
  165. Kendilerine verilen öğütleri unuttular. Biz de, kötülükten alıkoyanları kurtardık, azmaları sebebiyle azgınları azaba uğrattık.
  166. Kendilerine yasaklananları yapmakta ısrar etmeleri üzerine onlara, “Aşağılık birer maymun olun!” dedik.
  167. Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları çetin bir azaba uğratacak kimseleri üzerlerine salacağını bildirmişti. Rabbin cezayı çabuk verir. Bununla birlikte, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.
  168. Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Bir kısmı iyidir, bir kısmı sıradan kimselerdir. Belki dönerler diye, kendilerini bazen güzelliklerle, bazen de kötülüklerle sınadık.
  169. Derken, arkalarından yeni nesiller geldi. Bunların yerlerine geçip kitabı devraldılar. Dünyanın gelip geçici malını alırlar, “Bize ileride af var” derlerdi. Kendilerine, buna benzer başka şeyler gelirse, onları da alırlardı. Onlardan, Allah hakkında sadece gerçeği söyleyeceklerine dair kitapta söz alınmamış mıydı! Kitapta yazılanları okumamışlar mıydı! İçtenlikle inanarak günahlardan sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdirmeyecek misiniz!
  170. Onlar Kitaba sımsıkı sarılır, namazı özenle kılarlar. Biz, ıslah edicilerin ‘düzelticilerin’ emeklerini asla karşılıksız bırakmayız.
  171. Derken, Tûr dağını bir gölgelik gibi üzerlerine kaldırdık. Tepelerine düşecek sandılar. “Size verdiğimiz kitaba sıkıca sarılın. İçinde anlatılanları iyice düşünün. Belki sakınırsınız!” dedik.
  172. Rabbin, insanların bellerinden soylarını alır, onları kendileri hakkında birer tanık yapar. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der. “Evet” derler. Kıyamet günü, “Bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz!
  173. Bir de, “Atalarımız Allah’ın yanı sıra başka ilahlar edindiler. Biz, onlardan sonra gelen bir nesiliz. O yanlışçılar yüzünden bizi mi yok edeceksin!” dememeniz için.
  174. ‘Yanlış yollara sapıp günahlar işleyenler’ belki dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı biçimde anlatıyoruz.
  175. Onlara o adamın hikâyesini de anlat: Kendisine ayetlerimizi vermiştik. Onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytan da onu kendine uydurdu. O da azgınlardan oldu.
  176. Dileseydik, biz onu ayetlerimizle yükseltirdik. Fakat o yere saplandı. Nefsinin zararlı isteklerine uydu. Onun durumu, bir köpeğin durumuna benzer, üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, kendi hâline bıraksan yine dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlayan kimselerin misali budur! Sen onlara bu öyküyü anlat, belki düşünürler.
  177. Ayetlerimizi yalanlayan, kendine yazık eden bir toplum ne kötü bir örnektir!
  178. Allah kime yol gösterirse, doğru yolda olan odur. Kimleri saptırırsa, kaybedenler de işte onlardır!
  179. Andolsun! Cinlerden ve insanlardan çoklarını cehennem için yarattık. Kalpleri vardır, ama sezemezler. Gözleri vardır, ama göremezler. Kulakları vardır, ama işitmezler. ‘Gerçeği kavrama bakımından’ hayvanlar gibidirler, hatta daha da aşağıdırlar. İşte bunlardır o gáfiller ‘aymazlar’!
  180. En güzel isimler Allah’ındır. Allah’a bu isimlerle yakarın. Onun isimleri konusunda sapıklık edenleri bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekecekler.
  181. Yarattıklarımız arasında, hak yolunda rehberlik eden, onunla adaleti uygulayan bir topluluk da vardır.
  182. Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onları farkına varamayacakları bir düzenle adım adım kendilerini bekleyen acı sona düşürürüz.
  183. Onlara süre veririm! Çetindir benim düzenim!
  184. ‘Eskiden beri yakından tanıdıkları’ arkadaşlarında delilikten eser yoktur, bunu düşünmediler mi! O, ‘her peygamber gibi’ sadece apaçık bir uyarıcıdır.
  185. Bunlar, göklerin ve yerin gizli yüzünü, Allah’ın yarattıklarından herhangi bir eseri, ecellerinin yaklaşmış olması ihtimalini hiç düşünmüyorlar mı! Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar!
  186. Allah bir adamı saptırdı mı, onu kimse doğru yola iletemez! Onları azgınlıkları içinde bırakır, debelenir dururlar!
  187. Sana kıyametin vaktini soruyor, “Ne zaman gelip çatacak?” diyorlar. “Onun bilgisi sadece Allah katındadır. Vaktini yalnız o bildirir. Kıyamet, göklerde de, yerde de pek büyük bir olaydır. Size ansızın gelir” de. Biliyor da gizliyorsun sanıyor, sana soruyorlar. “Onun ilmi Allah katındadır, ama insanların çoğu bundan habersizdir!” de.
  188. “Allah dilemezse, ben kendime ne bir fayda verebilirim, ne de zarar. Gaybı bilseydim daha çok hayır işlerdim, bana bir kötülük de dokunmazdı. Ben sadece uyarıcıyım. İnanan bir topluma iyi haberler getiren bir müjdeciyim” de.
  189. Allah sizi bir tek nefisten ‘candan, kişiden’ yarattı. Onunla huzur bulsun diye, eşini de ondan yaptı. Erkek onu sarınca, o hafif bir yük yüklendi ‘gebe kaldı’. Bir süre onunla gezindi. Derken, yükü ağırlaştı. Rableri Allah’a, “Andolsun! Bize kusursuz bir çocuk verirsen, şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar.
  190. Allah onlara kusursuz ‘organları yerli yerinde olan’ bir çocuk verdi. Kendilerine verilen şeyde şirke düştüler. Ona ortaklar uydurdular. Allah sınırsız yücedir onların yapay tanrılarından!
  191. Hiçbir eser yaratamayan, kendileri yaratılmış olan şeyleri mi ortak koşuyorlar!
  192. Oysa bu yapay tanrılar, ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine.
  193. Onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar. İster davet edin, ister susun, sizin için birdir.
  194. Allah’tan başka taptıklarınız da sizin gibi kullardır. Davanızda haklıysanız, haydi çağırın onları da size cevap versinler.
  195. Onların yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri, işitecek kulakları mı var! “Haydi davet edin yapay tanrılarınızı da bana düzen kurun. Elinizden gelirse, hiç göz açtırmayın!” de.
  196. “Bu kitabı indiren Allah benim dostumdur. Allah, iyilerin dostudur!
  197. Onu bırakıp yalvardıklarınız, ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine.
  198. Onları doğru yola çağırsanız, işitmezler. Sana baktıklarını görürsün, ama görmezler.
  199. Sen af yolunu tut. Güzel olanı emret. Cahillerden ‘hakikati tanımayanlardan’ yüz çevir.
  200. Şeytandan sana bir dürtü gelirse, hemen Allah’a sığın. O, işitendir, bilendir.
  201. Kötülüklerden sakınanlar, kendilerine şeytandan bir kuruntu dokundu mu dikkatle düşünür, gerçeği hemen görürler.
  202. Şeytanların kardeşleri ise onları azgınlıklara sürükler, sonra da bundan hiç geri durmazlar.
  203. Onlara ayet getirmediğin zaman, “Kendin bir tane yapıverseydin ya” derler. “Ben ancak Rabbimden bana bildirilene uyarım. Bunlar Rabbinizden gelen göz açıcılardır. İnanacak kimseler için bir yol gösterici ve rahmettir” de.
  204. Kur’an okununca hemen onu dinleyin. Susun! Belki rahmete erdirilirsiniz.
  205. Rabbini, yakararak, korkarak, sabah akşam, kısık sesle içinden an, gáfillerden olma.
  206. Rabbinin huzurunda olanlar, ona kulluk etmek hususunda büyüklük taslamazlar. Onu tesbih ederler. Ona secde kılarlar.