Bakara Suresi

Bakara Suresi Talat Koçyiğit Meali

Kur'ân-ı Kerîm'in ikinci sûresi olup Medine'de nazil olmuştur. Hicretle birlikte Medine'de ilk nazil olmaya başlayan sûre olduğu gibi, içerisinde en son nazil olan âyetin yer almış olması dolayısıyla de en son nazil olan sûre sayılır. 286 âyetten meydana gelen sûreye Bakara denilmesinin sebebi. Musa (a.s.)'nın bir sığır kurban edilmesi için verdiği emrin, israil Oğulları tarafından savsaklanması ve yerine getirilmemesini e ilgili kıssanın bu surede anlatılmış olmasıdır. Çünkü Bakara kelimesi, erkek olsun dişi olsun, çift süren, su dolaplarını döndüren, araba çeken ve benzeri işlerde kullanılan sığıra verilmiş bir isimdir.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adiyle

  1. Elif. Lam. Mim.
  2. İşte bu Kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiçbir şey) yoktur; Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir.
  3. (Bu sakınanlar) gayba inanırlar; namazlarını dosdoğru kılarlar ve bizim Kendilerine verdiğimiz rızıktan (başkalarına da) infak ederler.
  4. Hem sana indirilen (Kitab)'a, hem de senden önceki (peygamber) e indirilen (kitap) lere inanırlar; hiç şüphe etmeden âhirete de inanırlar.
  5. İşte bunlar, Rab'larından gelen hidayet üzerindedirler; kurtuluşa erenler de bunlardır.
  6. Küfredenleri (başlarına gelecek tehlikeyi haber vererek) korkutsanda korkutmasan da (onlar için) birdir; (yine de) inanmazlar
  7. Allah da onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde çekmiştir. Onlar için büyük azab vardır.
  8. İnsanlardan öyle kimseler vardır ki; "Allah'a ve ahiret gününe îman ettik" derler, halbuki onlar mümin değillerdir.
  9. Allah'ı da iman edenleri da (güya) aldatırlar. Hâlbuki onlar, kendilerinden başkasını aldatamazlar; (bunun da) farkına varmazlar.
  10. Onların kalplerinde bir hastalık vardır; Allah da hastalıklarını gittikçe artırmıştır. Söyledikleri yalandan ötürü onlar için acıklı bir azab vardır.
  11. Onlara "yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman, "biz ancak ıslah edicileriz" derler.
  12. Bilesin ki, asıl fesat çıkaranlar onlardır; fakat (bunun) farkına varmazlar.
  13. Onlara "siz de insanların inandıkları gibi inanın" denildiği zaman, "biz, beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanıyoruz?" derler. Oysa bilesin ki, asıl beyinsizler onlardır; fakat (bunu) bilmezler.
  14. Onlar, Îman edenlerle karşılaştıkları zaman, "îman ettik" derler; şeytanlarıyla baş başa kalınca da, "biz sizinle beraberiz; onlarla sadece alay ediyoruz" derler.
  15. (Hâlbuki asıl) Allah onlarla alay ediyor ve azgınlık içinde şaşkın şaşkın dolaşmalarına (şimdilik) göz yumuyor.
  16. (İşte), hidayete karşılık sapıklığı satın alanlar bunlardır; fakat ticaretleri (onlara) kazanç sağlamamış, (kendileri de) doğru yolu bulamamışlardır.
  17. Onların durumu, ateş yakan kimsenin durumu gibidir: (Yakılan ateş) etrafını aydınlattığında, Allah ışıklarını giderir de onları, görmez bir halde, karanlıklar içinde bırakıverir.
  18. (Onlar), sağırdırlar; dilsizdirler; kördürler. (Bir daha hakka) dönmezler.
  19. Yahut (onların durumu), gökten zifiri karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşeklerle birlikte gelen yağmura (tutulmuş kimsenin durumu) gibidir: Bunlar, yıldırımlardan ölmek korkusuyla, parmaklarını kulaklarına tıkarlar. (Oysa) Allah kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
  20. Şimşek neredeyse gözlerini kör edecekti; onlar aydınlattığında (ışığından faydalanıp) yürürler; üzerlerine karanlık çökünce de dikilip kalırlar. (Oysa) Allah dileseydi, kulaklarını sağır, gözlerini de kör ederdi. Şüphesiz Allah, herşeye kadirdir.
  21. Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet ediniz; belki böylece korunmuş olursunuz.
  22. O Rab ki, sizin için yeryüzünü (korunup rahat edebileceğiniz)bir döşek, göğü de, (onun üzerine)bir çatı yaptı; gökten su indirdi; o su ile size rızık olmak üzere meyveler çıkardı. O halde (bütün bunları) bilip dururken Allah'a ortaklar koşmayın.
  23. Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur'an)'den şüphe içindeyseniz, haydi onun (sûrelerinden birisi) gibi bir sûre getirin: (bunun için) Allah'tan başka şahitlerinizi de (yardıma) çağırın; eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz.
  24. Eğer (bunu) yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız o halde kâfirler için hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.
  25. İman edenlere ve iyi iş işleyenlere müjdele ki, onlara, (ağaçları) altından nehirler akan cennetler vardır. Orada her defasında kendilerine rızık olarak bir meyve verilişinde "bu, daha önce bize verilmiş olan meyve" diyecekler. Onlara bir birinin benzeri (rızıklar) verilecek. Onların tertemiz eşleri bulunacak ve orada ebedi kalacaklar.
  26. Gerçekte Allah, bir sivri sineği, hatla ondan da küçüğünü mesel olarak îrad etmekten sakınmaz, iman edenler bilirler ki, o, Rablerinden gelen bir haktır Kâfirler ise, "Allah bu meselle ne kastediyor? Bununla (güya) çok kimseyi saptırıyor; çok kimseye de hidayet ediyor" derler. (Oysa Allah), o meselle, fâsıklardan başkasını saptırmaz.
  27. (O fâsıklar ki), söz verdikten sonra Allah'ın ahdini bozarlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler; yeryüzünde fesad çıkarırlar. İşte, asıl hüsrana uğrayacak olanlar bunlardır.
  28. (Ey kâfirler!) Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, ölüydünüz, sizi O diriltti; sonra yine O öldürecek; sonra tekrar diriltecek; sonra da, yine O'na döndürüleceksiniz
  29. Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan, sonra (doğrudan) gökyüzünü murad ederek onu yedi gök halinde yaratıp tanzim eden de işte O'dur ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.
  30. Rabbin meleklere "ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediğinde, onlar "Orada fesad çıkaracak ve kanlar dökecek kimseler mi yaratacaksın" Biz sana hamd ederek, noksan sıfatlardan seni tenzih, kemal sıfatlarıyla da tavsîf edip duruyoruz" demişlerdi. (Rabbin da onlara): "Sizin bilmediğiniz şeyleri, şüphesiz ben daha iyi bilirim" demişti.
  31. Allah, bütün İsimleri Adem'e öğretmiş, sonra onları meleklere göstererek "eğer sözünüzde doğruysanız?, bunların isimlerini bana bildirin" demişti.
  32. (Melekler de) demişlerdi ki: "(Rabbimiz!) Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz en iyi bilen, Hakim olan ancak sensin".
  33. (Bunun üzerine Allah Âdem'e) "Ey Âdem! Bunların isimlerini Meleklere bildir" deyip de, Adem isimleri onlara bildirince demişti ki: "Ben size, göklerin ve yerin sırlarını muhakkak daha iyi bildiğimi, sizin açıkladığınız ve gizlemiş olduğunuz şeyleri de keza daha iyi bildiğimi söylemedim mi?".
  34. Meleklere Âdem'e secde edin dediğimizde, secde etmişlerdi de, yalnız İblis dayatıp kibirlenmiş ve böylece kâfirlerden olmuştu.
  35. Demiştik ki: "Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin ve dilediğiniz yerde Onun nimetlerinden bol bol yeyin. (Ancak) şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz."
  36. Ne var ki şeytan, onları oradan uzaklaştırmış ve içinde bulundukları (o rahat) durumdan çıkartmıştı. Biz de onlara, "birbirinize düşman olarak inin; yeryüzünde (belirli) bir zamana kadar, sizin için yerleşebileceğiniz bir mekân ve geçinebileceğiniz bir nimet bulunacaktır" demiştik.
  37. Bundan sonradır ki, Âdem Rabbinden bazı sözler alıp (O'na yalvarmıştı da). O da onun tövbesini kabul etmişti. Zaten tövbeleri kabul ederek bağışlayan yalnız O'dur.
  38. (Onlara şöyle) demiştik: "Hepiniz oradan inin. (Bundan sonra) size benden bu rehber gelir de kimler benim rehberime uyarsa, artık onlar için hiçbir korku yoktur, mahzun olacaklar da onlar değildir".
  39. "Ayetlerimizi inkâr edip yalanlayanlar ise, işte onlar, cehennem ateşinin dostlarıdır ve orada ebedî kalacaklardır".
  40. Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim nimetimi hatırlayın; benim ahdimi yerine getirin ki, ben de sizin ahdinizi yerine getireyim. Ve yalnız benden korkun.
  41. Elinizdeki (Tevrat)' ni doğrulamak üzere indirdiğim (Kur'ân)'e iman edin ve onu inkâr edenlerin ilki olmayın; âyetlerimizi yok pahasına satmayın. Ve yalnız benden sakının.
  42. Hakkı bâtılla karıştırıp, onu bile bile gizlemeyin.
  43. Namazı dosdoğru kılın; zekâtı verin ve rükû edenlerle birlikte rükû edin.
  44. Siz kitabı okuyup dururken, kendinizi unutup da insanlara iyiliği mi emredersiniz? Hiç akıl etmiyor musunuz?
  45. Sabrederek ve namaz kılarak (Allah'tan) yardım dileyin; Ne var ki bu, huşu duyanların dışındakilere şüphesiz çok zordur.
  46. Huşu duyanlar ise, Rabblarına mutlaka kavuşacaklarını ve O'na mutlaka döneceklerini bilirler.
  47. Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim nimetlerimi ve (bilhassa) sizi âlemlerden üstün kıldığımı hatırlayın.
  48. Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve (nihayet) kendilerine yardım bile edilmeyecek bir günden, (hesap gününden) sakının.
  49. Hani sizi, Rabbinizden gelen büyük bir imtihan olmak üzere, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakarak en büyük azabı size çektiren Firavun ailesinden kurtarmıştık.
  50. Sizin için denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözünüzün önünde Firavun ailesini de suda boğmuştuk.
  51. Mûsâ ile kırk gece için sözleşmiştik; (fakat) siz ondan sonra kendinize zulmederek buzağıyı (mabûd) edinmiştiniz.
  52. (Bununla beraber) bundan sonra belki şükredersiniz diye (yine de) sizi affetmiştik.
  53. Belki doğru yolu bulursunuz diye, Musa'ya Kitabı ve Furkanı (hak ile bâtılı ayırt eden hükümleri) vermiştik.
  54. Musa kavmine: "Ey kavmim! Siz buzağıyı (mabûd) edinmekle kendinize zulmettiniz. Bundan dolayı yaradanınıza tövbe ediniz ve nefislerinizi öldürünüz; bu, yaradanınız hakkında sizin için daha hayırlıdır" demiş. (Allah da) sizin tövbenizi kabul etmişti. Zaten tövbeleri en çok kabul edip bağışlayan yalnız O'dur.
  55. (Bir gün) siz (şöyle) demiştiniz: "Ey Mûsâ! Allah'ı ayan beyan görmedikçe sana asla inanmayacağız". (Siz bunu söylemiştiniz ki), gözünüz göre göre yıldırım çarpmışa dönmüştünüz.
  56. (Bununla beraber) belki şükredersiniz diye bu ölü halinizden sizi tekrar diriltmiştik.
  57. Bulutu üzerinize gölge yapmış, size kudret helvası ve bıldırcın indirip, "rızık olarak verdiğimiz güzel şeylerden yeyin." (demiştik). Onlar bize zulmetmemişlerdir; fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı.
  58. (Onlara şöyle) demiştik: "Şu kasabaya girip dilediğiniz şekilde bol bol yeyin; kapısından secde ederek girin ve "hatta" (bağışla) deyin ki, kusurlarınızı bağışlayalım; iyilik edenlere (ecirlelerini) daha da artıracağız".
  59. (Buna rağmen içlerinden) zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle çevirmişlerdi de, biz de o zalimlerin üzerine, fâsıklık etmelerinden dolayı gökten bir azâb indirmiştik,
  60. Mûsâ. kavmi için su aradığından, (ona), "âsânı taşa vur" demiştik de, taştan on iki pınar kaynamış, herkes su alacağı yeri öğrenmişti. Allah'ın rızkından yiyin için, fakat yeryüzünde müfsitlik ederek karışıklık çıkarmayın.
  61. (Musa'ya şöyle) demiştiniz: "Ey Mûsâ! Bir çeşit yemeğe hiç katlanamayız; bizim için Rabbine yalvar da, bize yeryüzünün yetiştirdiği şeylerden, sebze, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın". (Musa da onlara:) "Siz daha iyi olmayan bu şeyleri hayırlı olanla değişmek mi istiyorsunuz? Öyleyse bir şehre inin; (orada) istediğiniz şeyler vardır" demişti. (İşte bundan sonra) üzerlerine zillet ve meskenet (damgası) vurulmuş, Allah'tan bir de gazaba uğramışlardı. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmelerinden ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, isyan etmelerinden ve haddi aşmalarındandı.
  62. Şüphesiz, îman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiiler; bunlardan kim Allah'a ve âhiret gününe îman eder ve hayırlı iş işlerse, işte onların mükâfatları Rableri katındadır; onlara hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir.
  63. Sizden güvenilecek söz almış, Tûr'u da üzerinize kaldırıp "size verdiğimiz (Kitab)' e sıkıca tutunun ve içindekileri hatırlayın; belki böylece sakınmış olursunuz" demiştik.
  64. Fakat bundan sonra, yine sözünüzden dönmüştünüz. Eğer üzerinizde Allah'ın ihsanı ve merhameti olmasaydı, herhalde hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.
  65. Cumartesi günü, içinizden haddi aşanların durumunu şüphesiz bilirsiniz. Hani onlara "horlanan maymunlar olunuz" demiştik.
  66. Böylece o hâdiseyi, hem önündekiler için, hem de ardındakiler için ibret verici bir ceza. (Allah'tan) sakınanlar İçin de, bir öğüt kılmıştık.
  67. Mûsâ kavmine "Allah, size bir sığır kesmenizi emrediyor" dediğinde, onlar, "sen, bizimle alay mı ediyorsun?" demişler; (Mûsâ da onlara) "câhiller gibi olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
  68. (Musa'ya) "Rabbına bizim için duâ et de, onun mahiyetini bize açıklasın" demişler; o da "(Rabbım) diyor ki: O ne çok yaşlı, ne de çok genç, fakat bunun ortası, dinç bir sığırdır. Emrolunduğunuz şeyi yapınız" demişti.
  69. (Yine Musa'yı) "Rabbına bizim için dua et de, o sığırın rengini bize açıklasın" demişler; o da, (Rabbım) diyor ki: "O, bakanlara hoş gelen sapsarı bir sığırdır" demişti
  70. "Rabbına bizim için duâ et de. onun mahiyetini bize açıklasın; zira sığırlar birbirine benziyor; fakat Allah dilerse, biz, (o sığırı) herhalde buluruz" demişlerdi.
  71. (Mûsâ da onlara söyle) demişti: "(Rabbım) diyor ki: O, ne boyunduruğa koşulup arazi sürmüş, ne de ekin sulamış bir sığır değil, kusurdan salim, lekesi olmayan bir sığırdır". Bunun üzerine (Musa'ya) "işte Şimdi gerçeği söyledin" demişler ve sığırı kesmişlerdi; neredeyse bunu yapmayacaklardı.
  72. Hani birisini öldürmüştünüz de, suçu, birbirinizin üzerine atmıştınız. Oysa Allah, gizlemiş olduğunuz şeyleri ortaya çıkaracaktı.
  73. (Bunun üzerine) "Öldürdüğünüz kimseye, onun bir parçasıyla vurun" demiştik, işte Allah, belki aklınızı başınıza alırsınız diye, ölülere böyle hayat verir ve size âyetlerini gösterir.
  74. Fakat bundan sonra kalpleriniz taş gibi. yahut (taştan) daha sert bir şekilde tekrar katılaşmıştı; halbuki içinden nehirler fışkıran, yarılıp sular çıkan. Allah korkusundan yuvarlanıp düşen ne taşlar vardır! Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
  75. (Ey Müslümanlar! Şimdi siz,) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bir grup, Allah'ın kelâmını dinlerlerdi de, sonra akılları erdiği halde, onu bile bile tahrif ederlerdi.
  76. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, "îman ettik" derler fakat birbirleriyle yalnız kalınca, (bir kısmı diğerlerine) "Allah'ın size (Tevrat’ta) açıkladığı şeyi, Rabbiniz katında size karşı hüccet olarak kullansınlar diye mi onlara anlatıyorsunuz: buna hiç aklınız ermiyor mu?" derler.
  77. Oysa, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?
  78. İçlerinden bir kısmı ümmidir; kitabı bilmezler; bildikleri, sadece, bir takım kuruntulardır ve (bunlara istinaden) sadece zanda bulunurlar.
  79. Yazıklar olsun, elleriyle kitabı yazıp da, sonra onu yok pahasına satabilmek için "bu, Allah katındandır" diyenlere; yazıklar olsun, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara ve yazıklar olsun, böyle kazandıklarından dolayı onlara.
  80. Demişlerdi ki: "Sayılı günler dışında, bize asla ateş dokunmayacaktır". (Ey Muhammed! Sen de onlara) de ki: "Siz, Allah katından bir söz mü aldınız zira Allah, asla sözünden dönmez? Yoksa Allah'a karşı bilemeyeceğiniz bir şey mi söylüyorsunuz"?
  81. Hayır, (öyle değil)! Kim, bir günâh kazanır ve suç çepeçevre kendisini kuşatırsa, işte böyleleri cehennem ehlidir: onlar, orada ebedî kalacaklardır.
  82. İman edenler ve iyi işlet yapanlar ise, bunlar da, cennettedir ve orada ebedi kalacaklardır.
  83. Hani İsrail oğullarından, sizin Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğinize, anaya babaya, bir de akrabaya, yetimlere ve miskinlere iyilik edeceğinize dair güvenilir söz almıştık. "İnsanlara iyi (söz) söyleyin; namazı dosdoğru kılın: zekâtı verin" (demiştik. Fakat) sonra siz, İçinizden çok azı müstesna, (bu sözden) döndünüz; hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.
  84. Keza sizden (birbirinizin) kanlarını dökmeyeceğinize, (birbirinizi) yurdunuzdan çıkarmayacağınıza dair kesin söz almışlık. Sonra siz de (buna) şehadet edip ikrarda bulunmuştunuz.
  85. Ve buna rağmen, işte siz, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir zümreyi yurtlarından çıkarıyorsunuz; onların aleyhinde, günahla ve düşmanlıkla yardımlaşıyorsunuz; size esir olarak gelirlerse, onların (yurtlarından) çıkarılması haram olduğu halde, fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz. Siz, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını da inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanların cezası, dünya hayatında zilletten başka bir şey değildir; kıyamet gününde de, azabın en ağırına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
  86. Âhirete mukabil dünya hayatını satın alanlar, işte bunlardır. Onların üzerindeki azâb hiç hafifletilmeyecek, kendilerine yardım da edilmeyecektir.
  87. Mûsâ' ya Kitabı vermiş, ondan sonra da birbiri arkasına peygamberler göndermiştik: Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller vermiş, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile onu teyit etmiştik. (Buna rağmen siz), ne zaman bir peygamber size gönlünüzün hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, Kibirlenip bir kısmın: yalanladınız, bir kısmını da öldürmediniz mi?
  88. (Bir de kalkıp) "kalplerimiz perdelidir" diyorlar. Hayır, Allah, küfürleri dolayıs'yle onlara lanet etmiştir. Onlar ne kadar da az inanıyorlar.
  89. Onlara, Allah katından yanlarındaki (Tevrat)'ni doğrulayan bir Kitap geldiğinde önceden kafirlere karşı (kendilerine böyle yardım edici bir kitabın gelmesini bekleyip duruyorlardı. İşte, önceden (geleceğini) bildikleri (bu Kitap) gelince, onu inkâr ettiler. Bu sebepten Allah'ın laneti o inkarcıların üzerine olmuştur.
  90. Onlar, Allah'ın fazl-u keremiyle kullarından dilediğine (Kitap) indirmesine hased ederek, O'nun (Muhammed'e) indirdiği (Kur'an)' ni inkâr etmekle, kendilerini çok kötü bir şey mukabilinde satmış oldular ve bu yüzden de, gazab üzerine gazaba uğradılar. Zaten Allah'ın zelil eden azabı kafirler içindir.
  91. Kendilerine, "Allah'ın indirdiğine îman edin" denildiğinde, "biz, bize indirilen (Tevrat)'e inanırız" diyorlar ve Tevrat'tan başkasını, ellerindekini doğrulayıcı olarak (gönderilen) bir hak olmasına rağmen inkâr ediyorlar. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "(Siz, sadece kendinize indirilene) inanıyor idiyseniz, daha önce Allah'ın peygamberlerini niçin öldürüyordunuz?
  92. "Musâ size apaçık mucizeler getirmişti de, sonra siz, zâlimler olarak onun arkasından buzağıyı (niçin) tanrı edinmiştiniz?
  93. Sizden kesin söz almış, Tûr'u da üzerinize dikerek "size verdiğimiz (Kitap) e sımsıkı tutunun ve (emirlerini) dinleyin" (demiştik). Onlar da "dinledik ve isyan ettik" demişlerdi. Buzağı tutkusu, küfürleri yüzünden kalblerine iyice işlemişti. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "Eğer gerçekten mü'min kişiler idiyseniz, îmanınız size ne kötü şeyler emrediyormuş"!
  94. (Ey Muhammed! Onlara) de ki:."Allah katında âhiret yurdu başkalarına değil de, sadece size ait ise, (bu inancınızda da) samimiyseniz, haydi ölümü isteyin."
  95. (Fakat) kendi elleriyle işleyip çıkardıkları cürümlerinden dolayı, ölümü asla istemeyeceklerdir. Allah, elbette, zâlim olanları en iyi bilendir.
  96. Sen, onların, hayata, başkalarından ve hattâ her biri bin sene yaşamayı temenni eden müşriklerden bile daha düşkün olduklarını görürsün. Halbuki uzun yaşamak, hiçbirini azaptan kurtarmayacaktır Allah, elbette, yaptıklarını hakkıyla görendir.
  97. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "Kim Cebrail'e düşman olursa, (bilsin ki), işte o Cebrail, daha önceki hitapları doğrulayan, mü'minler için hidayet ve müjde olan Kuran Allah'ın izniyle senin kalbine indirmiştir".
  98. "Kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşman olursa, (yine bilsin ki), Allah, muhakkak kâfirlerin düşmanıdır".
  99. Biz sana apaçık âyetler indirdik; onları fâsıklardan başkası inkâr etmez.
  100. Oysa Yahûdîler, ne zaman bir ahidde bulunmuşlarsa, onlardan bir zümre, bu ahdi bozup atmadı mı? Zaten onların çoğu îman etmez.
  101. Onlara Allah katından ellerindeki Kitabı doğrulayan bir Peygamber geldiği zaman, kendilerine kitap verilenlerden bir zümre, sanki bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabını arkalarına atlılar.
  102. (Sonra da), şeytanların, Süleyman'ın hükümranlığı aleyhine uydurup söyledikleri şeylere uydular. Halbuki Süleyman küfretmemişti. Asıl şeytanlar sihri ve Bâbil'deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe indirilen şeyleri insanlara öğreterek küfretmişlerdi. Oysa bu iki melek, "biz fitneyiz; (sakın bize kanıp) küfretme!'demedikçe, hiç kimseye bir şey Öğretmezlerdi, (Buna rağmen Öğrenmek isteyenler), bu ikisinden, kişiyle karısının arasını bozacak şeyleri öğreniyorlardı. Gerçi Allah'ın izni olmadıkça, bu öğrendikleriyle hiç kimseye zararlı olamazlar. Onlar ise, kendilerine, fayda değil zarar verecek şeyleri öğrenirler. Şüphesiz onlar, bunu satın alan kimselerin, âhirette nasîbi olmadığını biliyorlardı. Keşke kendilerini ne kötü bir şeye mukabil satmış olduklarını da bilselerdi.
  103. Eğer onlar îman etmiş ve (Allah'tan) sakınmış olsalardı, Allah katından gelecek sevap, (kendileri için) daha hayırlı olurdu. Keşke bunu bilselerdi.
  104. Ey îman edenleri (Peygambere) "râinâ" demeyin; "unzurnâ" deyin ve (onu) dinleyin Kâfirler için elim bir azâb vardır.
    * Müslümanlar, Hazreti Peygamberi dinlerken, zaman zaman, "acele etme", "bizi gözet", "bizi dinle" manasında raina ya Rasulûllah" derlerdi. Yahudiler, müslümanların bu kelimeyi kullandıklarını görünce, Hazreti Peygambere hakaret etmek için ağızlarını ve dillerini eğip bükerek "çobanımız" veya "ahmak", "sözü dinlenmeyecek adam" manasında "raina" demeye başlamışlar, bunun üzerine Allahu Te'ala da Rasülüne indirdiği bu ayet-i kerimeyle müslümanları bu kelimeyi kullanmaktan menetmiş ve yine "bizi gözet, bizi dinle" manasına gelen "unzurna" demelerini emretmiştir.
  105. Ehl-i kitaptan ve müşriklerden olan kâfirler, Rabbinizden size bir hayır gelmesini hiç arzu etmezler. Oysa Allah, rahmetini dilediği kimseye tahsis eder. Allah, büyük lütuf ve ihsan sahibidir.
  106. Biz, bir âyeti neshedersek, yahut unutturursak, ondan daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin?
  107. Keza göklerin ve yerin hükümranlığının. Allah'ın bizzat kendisine âit olduğunu bilmez misin? Sizin için Allah'tan başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı yoktur.
  108. Yoksa siz, daha önce Musa'dan taleb edildiği gibi, kendi peygamberinizden de (bir takım mucizeler) mi talep etmek istiyorsunuz? Her kim. îmanı küfürle değişirse, dümdüz yoldan sapmış olur.
  109. Kitap ehlinden olanların çoğu, hak kendilerine apaçık belirdikten sonra. içlerindeki hasetlik yüzünden, îmanınızdan sonra sizi tekrar küfre çevirebilmeyi arzulamaktadırlar (Bu hususta) Allah'ın emri gelinceye kadar (onları) bağışlayın ve kendi hallerine bırakın. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
  110. Namazı dosdoğru kılın ye zekâtı verin Kendiniz için hayır olarak takdim ettiğiniz şeyin sevabını Allah katında bulacaksınız Muhakkak ki Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.
  111. "Yahudi yahut Hıristiyan olanlardan başkası asla cennete giremez" demişlerdir Bu, onların kuruntularıdır. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "Eğer sözünüzde sâdık iseniz, delilinizi getirin".
  112. Hayır, Kim ihlâs ile yüzünü Allah'a çevirirse, iste onun bu amelinin, Rabbi katında sevabı vardır. Onlara hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir.
  113. Hepsi de (kendilerine indirilen) kitabı okuyup durdukları halde, yahûdîler Hıristiyanların (doğru) bir şey üzerinde olmadıklarını söylerken, hıristiyanlar da Yahûdilerin (doğru) bir şey üzerinde olmadıklarını söylemektedirler. Bilmeyenler de aynen onların sözlerini söylüyorlar. Fakat Allah, kıyamet günü, ihtilâfa düştükleri bu meselede, aralarında elbette hükmünü verecektir.
  114. Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyenlerden ve onların tahribine çalışanlardan daha zâlim kim olabilir? Onların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Dünyada onlar için rüsvalık vardır; âhirette de en büyük azab, yine onlar içindir.
  115. Doğu da batı da Allah'a aittir Ne tarafa yönelirseniz yönelin. Allah'ın vechi oradadır. Şüphesiz Allah, (her yönü) kaplar ve (her şeyi) hakkıyla bilir.
  116. Allah'ın bir çocuk edindiğini söylüyorlar. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa O'na aittir Hepsi de O'na boyun eğerler.
  117. Göklerin ve yerin yoktan var edicisi (O'dur). Ve bir işin olmasına hükmettiği zaman ona sadece "Ol!" der, o da hemen olur.
  118. Bilmeyenler (ne olurdu?) "Allah bizimle konuşsaydı: yahut bize bir mucize gelseydi" demektedirler. Onlardan öncekiler de tıpkı onların söyledikleri gibi söylemişlerdi; kalpleri (nasıl da) birbirine benzemiş! Oysa biz, yakînen bilmek isteyenlere âyetleri apaçık bildirmişizdir.
  119. (Ey Muhammed!) Biz seni hem müjdeci, hem de korkutucu olarak hak ile gönderdik. (Bu sebeple) cehennem ashabından sen sorumlu tutulmayacaksın.
  120. Ne yahûdiler ve ne de hıristiyanlar, sen onların dînine tâbi olmadıkça, senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: Allah'ın yolu; işte asıl yol odur. Eğer sen. sana gelen bunca ilimden sonra, onların hevâ ve heveslerine tâbi olursan Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur.
  121. Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar; işte bunlar, ona îman ederler. Ona küfredenler ise, işte asıl hüsrana uğrayacak olanlar da bunlardır.
  122. Ey İsrail oğulları! Size ihsan ettiğim nimetlerimi ve (bilhassa) sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
  123. Hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidyenin kabul edilmeyeceği, hiç kimseye şefaatin fayda vermeyeceği ve (nihayet) kendilerine yardım bile edilmeyecek bir günden, (hesap gününden) sakının.
  124. (Ve hatırlayın) Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle imtihan etmiş, oda onları tamamlayınca "ben seni insanlara imam kılacağım" buyurmuş; İbrahim de O'na: "Soyumdan da" deyince, (Rabbi şöyle) cevap vermişti "Zalimlere ahdim ulaşmaz".
  125. Beyt (Kabe) insanlar için bir toplanma yeri ve emniyet mahalli kılmış ve "İbrahim'in makamını bir namazgah edinin" (demiştik) İbrahim ve İsmail'e de, evimi tavaf edenler, (orada) kalanlar, rükû ve sücûd edenler için temiz tutmalarını tavsiye etmiştik.
  126. İbrahim: "Rabbım! Burasını emniyetli bir şehir kıl; ahalisinden Allah'a ve Âhiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demiş, (Rab'da ona:) "Küfredeni de: Onu da kısa bir süre için faydalandıracak, sonra da, cehennem azabına mecbur tutacağım; ne kötü bir akıbet!" diye buyurmuştu.
  127. İbrahim İsmail ile birlikte Beyt'in temellerini yükseltiyor (ve şöyle duâ ediyorlardı): "Rabbımız! Bizden(duâmızı) kabul buyur; şüphesiz, hakkıyla işiten, hakkıyla bilen ancak sensin".
  128. "Rabbımız! Bizi sana teslim olan iki kul ve zürriyetimizden de sana teslim olan bir ümmet eyle. Bize ibadet yollarımızı göster ve tövbemizi kabul et; zira tövbeleri kabul edip bağışlayan ancak sensin".
  129. "Rabbımız! Onlara kendi içlerinden, kendilerine senin ayetlerini okuyan, kitap ve hikmeti öğreten ve onları (şirkten) arındıran bir peygamber gönder. Şüphesiz Azîz ve Hakim olan ancak sensin".
  130. İbrahim'in dininden, kendini bilmeyenden başka kim yüz çevirir? Biz dünyada onu seçtik; âhirette de o, şüphesiz, Sâlih kullardandır.
  131. Rabbi ona 'teslim ol" buyurduğunda, o, "âlemlerin Rabbına teslim oldum" demişti.
  132. İbrahim bunu oğullarına vasiyet etmiş. Yakup da (aynı şeyi yapmış ve . "Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. Onun için, ancak Müslüman olarak ölün"(demişlerdi).
  133. Yoksa (ey yahûdîler!) Yakûb'a ölüm yaklaşıp da oğullarına: 'Ey oğullarım! Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?" diye sorduğu, onların da: "Senin ilahına; babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın bir tek ilâhına ibadet edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" dediklerinde, siz buna şahit mi olmuştunuz?
  134. Bunlar gelip geçmiş bir ümmettir. Kendi kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız da size aittir. Onların yaptıklarından siz sorulmayacaksınız.
  135. (Yahudiler ve Hıristiyanlar) "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, hidayete erersiniz' demektedirler. (Ey Muhammed! Sen de) de ki "Hayır, dosdoğru olan İbrahim'in dinine tâbi olun; o, müşriklerden de değildi".
  136. (Ey müslümanlar! Siz de) deyin ki: "Biz; Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail. İshak, Yakûb ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ'ya, İsa'ya ve (bütün) peygamberlere Rabları tarafından verilenlere îman ettik. Bunlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız. Biz, Allah'a teslim olanlarız".
  137. Eğer (Yahudi ve hıristiyanlar da) sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok, eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler. (Ey Muhammed!) Allah, onlara karşı sana yeler. O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.
  138. (İşte) Allah'ın boyası.,. Allah'tan daha güzel boyası olan kim vardır? Biz, yalnız O'na kulluk ederiz.
  139. (Ey Muhammed! O kitap ehline) de ki: "Siz, Allah hakkında bizimle delilli mücadeleye mi girişiyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbımız dır, sizin de Rabbınızdır. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir ve biz, O'na ihlâs ile sarılmışızdır".
  140. "Yoksa siz, İbrahim'in, İsmail'in, İshak, Yakûb ve torunlarının Yahudi, yahut Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz"? (Ey Muhammed! Onlara) de ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah'tan gelen bir şâhidliği, yanında gizleyenden daha zâlim kim olabilir'' Allah, sizin yaptıklarınızdan gafil değildir"
  141. Bunlar gelip geçmiş bir ümmettir. Kendi kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız da size aittir. Onların yaptıklarından siz sorulmayacaksınız.
  142. İnsanlardan bir takım beyinsizler: "Üzerinde bulundukları kıblelerinden onları döndüren nedir?" diyeceklerdir. (Ey Muhammed! O beyinsizlere) de ki; Doğu da batı da Allah' a aittir. O, dilediği kimseyi doğru yola iletir".
  143. Nitekim insanlara şâhid olmanız, Peygamberin de size şâhid olması için, biz sizi, orta (vasat) bir ümmet kıldık. Senin, üzerinde bulunduğun kıbleyi ise, sırf, Peygambere uyanları, ökçesi ürerinde dönenlerden (ayırıp) bilelim diye kıble yaptık. Gerçi (kıblenin değiştirilmesi), Allah'ın hidayet ettiği kimselerden başkasına bir hayli ağır gelecektir; fakat Allah, îmanınızı zayi edecek değildir. O, şüphesiz insanlara çok şefkatli ve merhametlidir.
  144. Senin, yüzünü çok defa gökyüzüne çevirip durduğunu elbette görüyoruz İşte şimdi, hoşnut olacağın bir kıbleye seni döndürüyoruz: Yüzünü Mescidi Harâm tarafına (Kabe'ye) çevir. (Ey Müslümanlar!) Nerede bulunursanız, siz de yüzlerinizi onun tarafına çevirin. Kendilerine kitap verilenler, bunun Rablarından gelen bir hak olduğunu çok iyi bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.
  145. Kendilerine kitap verilenlere her delili getirsen, senin kıblene yine uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblelerine uymuyorlar, (Faraza) sana gelen bunca ilimden sonra, (yine de) onların hevâ ve heveslerine uysan, işte o zaman sen, muhakkak zalimlerden olursun.
  146. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar ve onlardan bir grup da, hakkı bile bile gizlerler.
  147. Oysa hak, Rabbindendir; öyleyse sakın şüphecilerden olma.
  148. Herkesin (yüzünü) kendisine çevirdiği bir yön vardır. O halde, yarışırcasına hayır işlerine koşuşun; nerede bulunursanız bulunun, Allah sizi bir araya getirecektir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.
  149. Nereden (yola) çakarsan çık, (namazda), yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür. Bu, şüphesiz, Rabbinden gelen haktır. Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.
  150. Nereden (yola) çıkarsan çık, (namazda), yüzünü Mescidi Haram tarafına çevir. Sizde (ey Müslümanlar!), nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin ki, içlerinden zulmedenler dışında, insanların aleyhinize (kullanabilecekleri) bir delilleri bulunmasın. Zaten onlardan korkmayın. benden korkun bir de, size olan nimetimi tamamlayayım; Böylece umulur ki, siz de hidayete erersiniz.
  151. Nitekim size, kendi içinizden, âyetlerimizi size okuyan, sizi arındıran, size kitap ve hikmeti belleten ve bilmediğiniz şeyleri öğreten bir de Peygamber gönderdik.
  152. O halde, beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim: bana şükredin; (fakat) nankörlük etmeyin.
  153. Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak (Allah'tan) yardım dileyin; şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.
  154. Allah yolunda öldürülen kimseler hakkında "ölüler" demeyin; aksine onlar diridirler; fakat siz anlamazsınız.
  155. Sizi, herhalde, biraz korkuyla, biraz açlıkla ve biraz da mal, can ve ürünlerden yana eksiltmekle deneriz; öyleyse (buna) sabredenleri müjdele.
  156. Nitekim bunlar, kendilerine bir musibet geldiği zaman, "biz, Allah'a aidiz ve elbette Ona döneceğiz" derler.
  157. Rablarından gelen mağfiret ve rahmet, işte onların üzerindedir; hidayete ermiş olanlar da, yine onlardır.
  158. Safa ve Merve, Allah'ın, alâmetlerindendir. Bundan dolayı kim Beyt (Kabe)'i hacceder, yahut umre yaparsa, her ikisini tavaf etmesinde bir beis yoktur. Kim gönlünden bir iyilik yaparsa, şüphesiz ki Allah, (iyiliğe) iyilikle mukabele eden ve (bunu hak edeni) hakkiyle bilendir.
  159. İndirdiğimiz apaçık delilleri ve irşat yollarını Kitapta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler. . İşte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet edebilecek olanlar lânet ederler.
  160. Ancak tövbe edenler. ıslah olanlar ve (doğruyu) açıklayanlar müstesnâ... Bunların tövbelerini kabul ederim. (Çünkü daima) tövbeleri Kabul eden bağışlayan benim.
  161. Küfredenlere ve kâfir olarak ölenlere gelince, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.
  162. Bu lanette daimidirler; onlardan azâb hafifletilmeyeceği gibi, onlara, (kurtulabilirler ümidiyle de) bakılmaz.
  163. İlâhınız tek bir ilâhtır; Rahman ve Rahim olan O ilahtan başka ilâh yoktur.
  164. Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlar için faydalı olan şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah'ın gökyüzünden indirip de kendisiyle ölümünden sonra yeryüzüne hayal verdiği suda ve orada yaydığı her türlü canlıda, rüzgârları dilediği yöne sevk edişinde ve gökyüzüyle yeryüzü arasında (rüzgara) tâbi olan bulutlarda, aklını kullanan kimseler için deliller vardır.
  165. İnsanlar içinde bir takım kimseler de vardır ki, Allah'tan başkasını O'na ortak edinip, onları, Allah'ı sever gibi severler; gerçi iman edenlerin Allah'a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir; fakat o zulmedenler, azabı görürken, bütün kuvvetin Allah'a mahsus ve Allah'ın şiddetli azâb sahibi olduğunu bir bilseler..
  166. (Yine o zaman) peşlerinden gidilenler, azabı görüp peşlerinden gelenlerden kaçıp kurtulmuşlar; kendileriyle aralarındaki münasebetler kesilmiş...
  167. Ve peşlerinden gidenler, "keşke bizim için dünyaya bir defa daha dönüş olsaydı da, onların bizden kaçıp kurtuldukları gibi. biz de onlardan kurtulsaydık" demekteler... İşte. Allah onlara amellerini, üzerlerine yığılmış pişmanlıklar halinde böyle gösterecektir. Fakat onlar ateşten çıkacak değillerdir.
  168. Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olanlarını yeyin. Şeytanın adımlarına uymayın; zira o, sizin için apaçık bir düşmandır.
  169. Size, sadece kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
  170. Onlara, "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiği zaman, "hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeylere uyarız" demektedirler. Ya ataları hiçbir şeyi akıl edememiş ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
  171. Küfredenleri uyaranın hali, sadece çağırış ve bağırış alarak işitenlere haykıran çobanın hali gibidir. Onlar, öyle sağır, dilsiz ve körlerdir ki, akıllarını kullanamazlar.
  172. Ey îman edenler! Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yiyin ve eğer Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin.
  173. O size, ölüyü, kanı. domuz etini ve Allah'tan başkası için kesilen (hayvan eti)i haram kıldı. Bununla beraber, kim mecbur kalırsa, haris olmamak ve haddi aşmamak üzere (bunlardan yemesinde) herhangi bir günâh yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
  174. Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyen ve onu yok pahasına değişen kimseler... İşte onlar, karınlarını ateşten başka bir şeyle doldurmazlar. Kıyamet günü, Allah onlarla konuşmayacak, onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için elîm bir azâb vardır.
  175. Hidayete karşılık dalâleti, mağfirete karşılık azabı satın alan kimseler, işte onlardır. Ateşe karşı ne de sabırlılar!,.
  176. Bu da, Allah'ın, Kitap’ı hak olarak indirmiş olması sebebiyledir. Kitap üzerinde ihtilaf edenler ise, muhakkak ki (hak yoldan) uzak bir ayrılık içindedirler.
  177. İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir Namazı dosdoğru kılmış, zekâtı vermiş, ahitleştikleri zaman, ahirlerini yerine getirmişlerdir. Zorda, darda ve savaşla sabırlıdırlar, işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlarda onlardır.
  178. Ey îman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı; Hüre karşılık hür köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın. Bununla beraber öldürülenin kardeşi tarafından katil lehine bir şey affolunursa, artık örfe uymak ve öldürülen (taraf)e (borcu) güzellikle ödemek gerekir. Bu. Rabbınızdan size bir kolaylık ve rahmettir. Buna rağmen, kim bundan sonra haddi aşarsa, onun için, acısı büyük azâb vardır.
  179. Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri. Ta ki sakınasınız.
  180. İçinizden birine ölüm yaklaştığında, eğer mal bırakacaksa, Allah'tan sakınanlara bir hak olmak üzere, anaya, babaya ve akrabaya, bilinen bir şekilde vasiyette bulunması, üzerinize farz kılındı.
  181. Kim vasiyette olunanı işittikten sonra onu değiştirirse, bunun günâhı, onu değiştirenlerin üzerindedir. Allah, şüphesiz, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.
  182. Bununla beraber, kim de, vasiyet edenin hataya düşmesinden günâh işlemesinden korkar da aralarını düzeltirse, onun üzerine bir günahı yoktur. Allah, şüphesiz, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
  183. Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı; ta ki korunasınız.
  184. Sayılı günler... İçinizden kim hasta, yahut seyahatte olursa (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Gücü yetmeyenlere de, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir. Fakat kim gönül rızasıyla hayır işlerse, bu kendisi için daha iyidir. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.
  185. (Size orucun farz kılındığı o sayılı günler) Ramazan ayıdır ki, insanlara doğru yolu gösteren, hidayeti ve doğruyla eğriyi birbirinden ayırıp açıklayan bir rehber olmak üzere, Kur'ân işte bu ayda indirilmiştir. Bu sebeple, içinizden her kim bu aya ulaşırsa, oruç tutsun. Her kim de, hasta, yahut seyahatta olursa. (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Allah, müddeti tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşılık, O'nu yüceltmeniz ve böylece şükretmeniz için size kolaylığı ister; güçlüğü istemez.
  186. (Ey Muhammed!) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben, şüphesiz, onlara yakınım. Bana duâ edenin, duâ ettiği zaman, duasını kabul ederim; o halde, onlar da benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar. Ola ki doğru yolu bulurlar.
  187. Oruç (tutulan günlerin) gecesinde, kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılınmıştır. Onlar sizin örtünüzdür; siz de onlar için birer örtüsünüz. Allah, sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu elbette biliyordu da, bu sebepten tövbenizi kabul etmiş ve sizi bağışlamıştır. Artık bundan sonra, onlara yaklaşabilir ve Allah'ın sizin için takdir ettiğini dilersiniz. (Keza oruç tutulan günlerin gecesinde) fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyebilir ve içebilirsiniz; (bu vakitten) sonra da, geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikâfa çekilmiş olduğunuz sürece Kadınlara yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın hudududur ona yaklaşmayın. İşte Allah, insanlara, kötülüklerden korunmaları için âyetlerini böylece açıklar.
  188. Aranızda, birbirinizin mallarını bile bile, haksızlıkla yemeyin ve insanların mallarından bir kısmını günâhı gerektirecek şekilde yemek için, hâkimlere onu peşkeş çekmeyin.
  189. (Ey Muhammed!) Sana hilalleri soruyorlar. De ki: Onlar, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir; takat (asil) iyilik, sakınan kimsenin iyiliğidir. Evlere kapılarından girin ve Allah'tan sakının ki muradınıza eresiniz.
  190. (Ey mü'minler!) Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın, takat aşırı gitmeyin; zira Allah, aşırı gidenleri asla sevmez.
  191. Onları bulduğunuz yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın Fitne öldürmekten beterdir. Onlar Mescid-i Haram'da sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın; eğer sizinle savaşırlarsa, onları öldürün. İşte kafirin cezası budur.
  192. Fakat (savaştan) vazgeçerlerse, (siz de onları bırakın). Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
  193. Fitne bitinceye ve Dîn, sırf Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer (bundan) vazgeçerlerse, (siz de onlardan elinizi çekin); zira zalimlerden başkasına düşmanlık gerekmez.
  194. Haram ay haram aya bedeldir ve haramlar karşılıklıdır: Kim size tecavüz ederse, siz de onun tecavüz ettiği gibi ona tecavüz edin. Allah'tan sakının ve bilin ki Allah, sakınanlarla beraberdir.
  195. (Malınızı) Allah yolunda harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın. İşlerinizi de çok iyi yapın; zira Allah, iyi iş yapanları sever.
  196. Allah için haccı ve umreyi tamamlayın. Eğer herhangi bir sebeple bundan alıkonursanız. kolayınıza gelen kurbanı gönderin ve (bu) kurban mahalline varmadıkça başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden kim hasta olur, yahut başında derdi bulunursa, üzerine ya oruç, ya da sadaka, yahut ta kurban olacak bir fidye gerekir. (Tehlikeden) emîn olduğunuzda, kim hacca kadar umre yapıp faydalanmak isterse, kolayına gelen kurbanı kesmesi gerekir. Fakat (onu) bulamazsa, hac esnasında üç, (yurdunuza) döndüğünüz vakit de yedi gün -ki bu, tam on gün eder- oruç tutması vacib olur. İşte bu (hüküm), ailesi Mescid-i Haram'da olmayan kimseler içindir. Allah'tan sakının ve bilin ki Allah, şiddetli ceza sahibidir.
  197. Hac (ayları) belli aylardır. Kim o aylarda haccı (kendine) farz kılarsa, artık hac esnasında, kadına yaklaşmak, günâh işlemek ve kavga etmek yoktur. Hayır olarak ne yaparsanız, Allah onu bilir. Bu sebeple (hayırlı ameller yönünden) azıklanın; en hayırlı azık da, şüphesiz, takvadır. O halde ey akıl sahipleri benden sakının.
  198. (Hac esnasında) Rabbınızdan rızık istemenizde herhangi bir günâh yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman, Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin. Siz. önceden sapıklardan olduğunuz halde, sizi doğru yola sevk ettiği için O'nu anın.
  199. Sonra insanların indiği yerden inin ve Allah'tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. .
  200. Hac ibadetinizi bitirince. Allah'ı, atalarınızı andığınız gibi, hattâ daha kuvvetli bir anışla anın. İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, "Rabbımız, bize dünyada (nasibimizi) ver" derler; böyleleri için âhirette nasîb yoktur.
  201. Onlardan bazıları da derler ki "Rabbımız, bize dünyada iyilik ver; âhirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru."
  202. Kazandıkları şeyden nasibi olanlar, işte bunlardır. Allah, hesabı çabuk görendir.
  203. Sayılı günlerde Allah'ı zikredin. Allah'tan sakınan kimse için, iki gün içinde (Mina'dan çıkmak hususunda) acele etmesinde herhangi bir günah yoktur O halde Allah'tan sakının ve bilin ki, siz, mutlaka O'na varıp toplanacaksınız.
  204. İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, düşmanların en şiddetlisi olduklar halde kalplerindekine Allah'ı da şâhid göstererek, dünya hayatı hakkındaki sözleriyle seni hayran bırakırlar.
  205. Fakat senden ayrıldıkları zaman, yeryüzünde fesad çıkarmak, ekini ve (hayvan) neslini yok etmek için gayret gösterirler. Oysa Allah fesadı sevmez.
  206. Onlara, "Allah'tan sakının" denildiği zaman, kibirleri, onları daha da günaha götürür. Böylelerine cehennem yeterlidir. Orası gerçekten ne kötü bir yataktır.
  207. İnsanlardan öyle kimseler de vardır ki, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak uğrunda nefislerini satarlar. Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir
  208. Ey îman edenler! Barış (ve kurtuluş dîni olan İslam)’a tam olarak girin Şeytanın adımlarına uymayın: zira o, sizin apaçık düşmanızdır.
  209. Size bu kadar açık deliller geldikten sonra, yine de hak yoldan saparsanız, bilin ki Allah, Azîz'dir, Hakîm'dir.
  210. (O hak yoldan sapanlar), bulut gölgeleri içinde, Allah'ın (azabının) meleklerle birlikte kendilerine gelmesini ve işin olup bitmesini mi bekliyorlar? Oysa her şey Allah'a döndürülecektir.
  211. İsrail oğullarına sor: Kendilerine nice açık ayetler vermişizdir Her kim, Allah'ın nimeti kendisine ulaştıktan sonra onu değiştirirse, şüphesiz Allah'ın cezası çok şiddetlidir.
  212. Küfredenlere dünya hayatı câzib görünmekte ve bu sebeple îman edenlerle alay etmektedirler. Halbuki Allah'tan sakınanlar, kıyamet günü onların çok üstündedirler; Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
  213. İnsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında, ihtilâf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan Kitabı da indirmişti. Oysa kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki hased yüzünden Kitap üzerinde ihtilâfa düşenler, kendilerine Kitap verilenlerden başkası değildi. Ne var ki Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâf ettikleri hakka, kendi izniyle hidayet etmiştir. Zaten Allah, dilediği kimseyi doğru yola hidayet eder.
  214. Yoksa siz (Ey Müslümanlar) sizden evvel gelip geçen, hattâ peygamberleri, beraberindeki mü'minlerle birlikte "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sıkıntılara ve acılara maruz kalıp sarsılan (millet)lerin hali, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.
  215. (Sadaka olarak) ne vereceklerini sana soruyorlar. (Onlara) de ki: Maldan vereceğiniz şey, anaya babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlaradır. İyilik olarak yaptığınız şeyleri Allah, şüphesiz en iyi bilendir
  216. (Ey mü'minler) Sizin için hoş olmasa bile. savaş size farz kılındı: fakat olabilir ki, bir şey sizin hakkınızda hayırlıdır da, onu kötü görürsünüz: bir şey de hakkınızda şerr olduğu halde, ondan hoşlanırsınız. (Bunu) siz bilemezsiniz de Allah bilir.
  217. (Ey Muhammed!) Sana, içinde savaş yapılan haram ayı soruyorlar. (Onlara) de ki: Bu ay içinde savaş yapmak büyük suçtur; fakat Allah yolundan alıkoymak ve O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'ı (ziyaretten) menetmek ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında, savaştan daha büyük suçtur; ve fitne, öldürmekten daha kötüdür. Müşrikler sizinle halâ savaşıyorlar; hattâ güçleri yetse, sizi dîninizden döndürecekler; fakat içinizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte, dünya ve âhiretteki amelleri boşa gitmiş olanlar bunlardır; cehennem ashabı olanlar da bunlardır ve bunlar orada daimîdirler.
  218. Oysa îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ise, işte Allah'ın rahmetini umanlar da bunlardır. Allah, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
  219. Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. (Onlara) de ki: İkisinde de insanlar için hem büyük günâh, hem de faydalar vardır; fakat günâhları faydalarından daha büyüktür. Yine sana (sadaka olarak) ne vereceklerini soruyorlar. De ki: ihtiyaçtan fazlasını. İşte Allah, dünya ve âhiret işlerini iyice düşünesiniz diye âyetleri böyle açıklar.
  220. Keza sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onların işlerini düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada olursanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla düzelticiyi ebette bilir. Eğer Allah dleseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah, Azîz'dir, Hakim'dir.
  221. (Ey mü'minler!) îman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mü'min bir câriye, hoşunuza gitmese bile, müşrik bir kadından hayırlıdır. (Mü'min kadınları), îman etmedikçe müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Mü'min bir köle, hoşunuza gitmese bile, (hür) bir müşrikten hayırlıdır. Bunlar, (sizi) cehenneme çağırırlar; Allah ise, izniyle, cennete ve mağfirete davet ediyor. İşte, Allah, düşünüp ibret alsınlar diye, âyetlerini insanlara böyle açıklar.
  222. (Ey Muhammed!) Hayızı (âdet halini) soruyorlar. (Onlara) de ki: O bir ezadır. Hayızlı iken kadınlardan uzak durun ve temizlenmedikçe onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın size emrettiği şekilde onlara yaklaşın. Allah. şüphesiz tövbe edenleri sever; temizlenenleri de sever
  223. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Bu sebeple tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın. Kendiniz için, (gelecekte faydasını göreceğiniz iyi ameller) sunun. Allah'tan sakının ve bilin ki, O'na mutlaka kavuşacaksınız. (Ey Muhammed) Mü'minleri müjdele.
  224. Yeminleriniz sebebiyle iyilik yapmanıza, (kötülükten) sakınmanıza ve insanlar arasını bulmanıza Allah'ı engel kılmayın. Allah, hakkiyle işiten, hakkiyle bilendir.
  225. Allah, kasıdsız yeminlerinizden dolayı sizi ayıplamaz; fakat kalplerinizin kasdettiği yeminden sorumlu tutar. Allah, Gafûr'dur,Halîm'dir.
  226. Kadınlarına yanaşmamaya yemin edenlerin dört ay beklemeleri gerekir. Eğer (yeminlerinden) dönerlerse, şüphesiz, Allah, Gafûr'dur, Rahîm'dir.
  227. Eğer boşanmaya karar verirlerse, Allah, şüphesiz, hakkıyla işiten, hakkıyle bilendir.
  228. Boşanmış kadınlar, kendi başlarına üç hayız (veya temizlik) süresi beklerler. Eğer onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah'ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri onlara helâl olmaz. Fakat kocaları, eğer barışmak isterlerse, bu süre içinde onları geri almaya daha lâyıktırlar. Kocalarının onlar üzerinde hakları olduğu gibi, onların da kocaları üzerinde belli haklan vardır, fakat erkekler, onlar üzerinde bir üstünlük derecesine sahiptirler. Allah. Azîz'dir, Hakîm'dir.
  229. Boşamak iki defadır. Sonrası, ya bilinen usûlde tutmak, ya da iyilikle salıvermektir. Kadınlara (mehir olarak) verdiğiniz şeyi, kadın erkek, Allah'ın çizdiği hududu ihlâl etmekten korkmadıkça geri almanız helâl olmaz, Fakat onların, Allah'ın çizdiği hududu ihlâl etmelerinden kokarsanız, bu takdirde, kadının kocasına verdiği fidyede ikisi üzerine bir günah yoktur. Bunlar Allah'ın hudududur; onu tecavüz etmeyin. Kimler Allah'ın hududunu tecavüz ederse, işle zalim olanlar onlardır.
  230. Erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa artık o kadın, başka bir eşle evlenmedikçe ilk kocasına helal olmaz. Eğer bu eş onu boşarsa. Allah'ın hududunu koruyacaklarını zannettikleri takdirde, biribirlerine dönmelerinde herhangi bir günah yoktur. Bunlar, Allah'ın, bilen kimseler için açıkladığı hudududur.
  231. Kadınları boşadığınız. onlar da iddetlerinin (bekleme surelerinin) sonuna vardıkları zaman, onları ya güzellikle tutun: ya da güzellikle bırakın. Fakat onları, eziyet edip zarar vermek için tutmayın. Kim bunu yaparsa kendisine zulmetmiş olur. Allah'ın âyetlerini eğlence edinmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini, öğüt vermek için size indirdiği Kitap ve hikmeti hatırlayın; Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi hakkıylebilendir.
  232. Kadınları boşadığınız, onlar da iddetlerinin sonuna vardıkları zaman, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, eşleriyle evlenmelerine engel olmayın, işte, içinizden Allah'a ve âhiret gününe iman etmiş olanlara bununla öğüt veriliyor. Bu, sizin için daha faydalı ve daha temizdir. (Bunları) Allah bilir, fakat siz bilmezsiniz.
  233. Analar, emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimseler için, çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Anaların bilinen usûlde yiyecekleri ve giyecekleri çocuk babalarına aittir. Bir insana takati dışında (bir şey) yüklenemez; ne ana çocuğu yüzünden, ne de baba yine çocuğu yüzünden zarar görmelidir. Vârise de aynısı düşer. Eğer ana ve baba, görüşerek ve anlaşarak (çocuğu memeden) kesmeyi dilerlerse, üzerlerine herhangi bir günâh yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (sütanneye) emzirtmek islerseniz, bilinen miktarda (emzirme ücretini) teslim etliğiniz takdirde, üzerinize herhangi bir günah yoktur. Allah'tan sakının ve bilin ki, Allah, yaptıklarınızı şüphesiz hakkıyla görendir.
  234. İçinizden ölenler ve geride bıraktıkları zevceler, kendi başlarına dört ay on gün beklerler Sürelerini doldurdukları zaman, kendi başlarına bilinen bir surette yaptıkları şeylerden dolayı sizin üzerinize bir günâh yoktur. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır.
  235. Böyle Kadınlara kapalı bir şekilde evlenme isteğinizi belli etmenizde, yahut içinizde bu isteği Beslemenizde, üzerinize herhangi bir günah yoktur Allah sizin onları düşündüğünüzü bilmektedir Fakat onlara maruf söz söylemeniz dışında, onlarla gizlice sözleşmeyin; belli süre de dolmadıkça nikâh akdine kalkışmayın. Bilin ki, Allah, içinizdekini şüphesiz bilir; bu sebepten, (böyle davranışlardan) sakının ve şunu da bilin ki, Allah, şüphesiz. Gafurdur Halim'dir.
  236. Kendileriyle temas etmeden ve (mehirlerini belirlemeden kadınları boşamışsanız, üzerinize herhangi bir günâh yoktur. Zengin olanlara güçleri nisbetinde, fakir olanlara da yine güçleri nisbetinde, bilinen ölçüler içinde ve iyilik yapanlara da bir borç olmak üzere, onları mal yönünden faydalandırın.
  237. Ve eğer onlarla temas etmeden onları boşamışsanız ve mehirlerini de tayin etmişseniz, onların bağışlaması, yahut nikâh aktini elinde tutan (kocanın bağışlaması dışında, tayın ettiğiniz mehilin yarısı onlara aittir. Fakat (mehiri,) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki bağı unutmayın. Allah, şüphesiz, yaptıklarınızı hakkıyla görendir,
  238. Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin; huşu içinde, Allah için namaza durun.
  239. Fakat (bir tehlikeden) korkmuşsanız, yaya veya bir şeye binmiş olarak da kılın. Tehlikeden emin olduğunuzda ise, Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği, gibi zikredin.
  240. İçinizden ölenler ve geride zevceler bırakanlar, evlerinden çıkarmaksızın zevcelerine bir yıla kadar faydalanacakları mal vasiyet etsinler. Fakat kendileri çıkmışlarsa, kendi başlarına yaptıkları meşru işlerden dolayı üzerinize herhangi bir günâh yoktur. Allah, Azizdir. Hakîm'dir.
  241. Boşanmış kadınlar için de, Allah'tan sakınanlara borç olmak üzere maruf sûrette faydalanacakları bir mal olmalıdır.
  242. İşte Allah, akıl edip düşünesiniz diye âyetlerini böyle açıklar.
  243. Binlerce olmalarına rağmen, ölümden korkarak ülkelerinden çıkıp gidenleri bilmez misin? Allah onlara "ölün" demiş, sonra da onları yeniden hayata kavuşturmuştu. Allah, şüphesiz, insanlara karşı fadl-u kerem sahibidir; fakat onların çoğu şükretmez.
  244. O halde Allah yolunda savaşın ve bilin ki, Allah, hakkıyle işiten, hakkıyle bilendir.
  245. Allah'a güzel bir ödünç verip da Allah'ın da onun karşılığını kat kat artırarak vereceği hani kim vardır? Allah, hem daraltır, hem genişletir. (Neticede yine) O' na döndürüleceksiniz.
  246. Musa'dan sonraki İsrail oğullarının ileri gelenlerini bilmez misin? Hani peygamberlerine "bize bir hükümdar gönder de, Allah yolunda savaşalım" demişlerdi; (o da onlara) "savaş size farz kılınır da ya savaşmazsanız" deyince, "ülkemizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldığımıza göre, bizim Allah yolunda savaşmamamız için ne sebep var?" demişlerdi. Fakat üzerlerine savaş farz kılınınca da, pek azı müstesna yüz çevirmişlerdi. Allah, zâlimleri elbette en iyi bilendir.
  247. Peygamberleri onlara şöyle demişti: "Allah, size Talut’u hükümdar olarak gönderdi." Onlar da, 'biz hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz ve ona bol mal verilmediği halde, onun bizim başımızdaki hükümdarlığı nasıl olur?" demişler, (peygamberleri de onlara şöyle) demişti: "Allah, size onu seçti; gerek ilim ve gerekse vücut yönünden onu kemale erdirip yükseltti. Allah, mülkünü dilediği kimseye verir. Allah, (kudreti ve tasarrufu)geniş, her şeyi hakkıyle bilendir."
  248. Peygamberleri onlara şöyle demişti "Onun hükümdarlığının alâmeti, içinde, Rabbınızdan gelen bir gönül rahatlığıyla Mûsâ ve Harun ailesinin bıraktığı şeylerden artakalanların bulunduğu ve meleklerin taşıdığı sandığın gelmesidir Eğer mü'min iseniz, bunda, sizin için (ibret alınacak) bir delil vardır.
  249. Tâlût, askerlerle ayrıldığı zaman, (onlara şöyle) demişti: "Allah sizi bir ırmakta deneyecektir. Kim onun suyundan içerse benden değildir; kim ondan tadmazsa, yahut sadece eliyle bir avuç alırsa, bendendir." Ne var ki, içlerinden çok azı dışında, hepsi ırmak suyunu içmişlerdi. Tâlût, ve kendisiyle birlikte olan inananlar nehri geçtikleri zaman (bazıları) demişlerdi ki: "Bugün artık Câlüt'a ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok". Allah'a kavuşacaklarına inananlar da şöyle demişlerdi: "Nice az bir topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle çok bir topluluğa galip gelmişler. Allah, sabredenlerle beraberdir."
  250. Câlût ve askerleriyle karşılaştıkları zaman da. "Rabbımız! Bize bol sabır ver, sebatımızı artır ve kâfir olan bu kavme karşı bize yardım et" demişlerdi.
  251. Böylece ve Allah'ın izniyle onları hezimete uğratmışlardı Dâvûd Câlüt'u öldürmüş, Allah’ta hükümdarlığı ve hikmeti ona vermiş ve dilediği şeyleri de öğretmişti. Eğer Allah'ın, insanlardan bazısını diğer bazısıyla savıp yok etmesi olmasaydı,yeryüzü muhakkak fesada uğrardı. Fakat Allah, âlemlere karşı lütuf sahibidir.
  252. (Ey Muhammed!) İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz ve sen muhakkak gönderilen peygamberlerdensin.
  253. İşte bu peygamberler... Onlardan bazılarını bazılarına üstün kılmışızdır. Allah'ın konuştuğu ve bazılarının da derecelerini yükselttiği kimseler onlardandır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller vermiş ve onu Ruhul-Kudüs ile desteklemişizdir. Eğer Allah dileseydi, bu peygamberlerden sonra gelen (millet)leri. kendilerine gelan apaçık delillerden sonra, birbirlerini öldürmezlerdi, fakat ihtilâfa düştüler. Onlardan bir kısmı îman etti; bir kısmı da küfretti. Eğer Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah, dilediğini yapar.
  254. Ey îman edenler! İçinde ne bir alışverişin, ne bir dostluğun ve ne de bir şefâatin olduğu gün gelmeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) sarfedin. Kâfirler, işte asıl zâlim olanlar onlardır.
  255. Allah; O'ndan başka ilâh yoktur; diridir; kendi zâtiyle kâimdir. O'nu ne bir uyuklama ve ne da bir uyku tutar. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundu' O'nun izni olmadan, O'nun yanında kim şefâat edebilir? Onların önünde ve arkasında olan herşeyi bilir. O'nun ilminden kendisinin dilediği dışında hiçbir şeyi kavrayamazlar. O'nun Kürsü'sü gökleri ve yeri kaplamıştır; onların gözetimi O'na asla ağır gelmez. O, çok yüce ve çok büyüktür.
  256. Dînde zorlama yoktur. Hak yol, bâtıl yoldan ayrılmıştır. Kim tâğûtu inkar eder, Allah'a inanırsa, kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa tutunmuş olur. Allah, hakkıyle işiten hakkıyla bilendir.
  257. Allah, inananların dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenler ise, onların dostları tâğûtlardır ve onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. Bunlar, cehennem ashabı olup, orada daimîdirler.
  258. Allah'ın kendisine hükümranlık vermesinden dolayı, İbrahim'le, Rabb; hakkında tartışan kimseyi bilmez misin? İbrahim (ona) "Rabbım hem diriltir, hem de öldürür" deyince, o, "ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. Fakat İbrahim. "Allah, güneşi doğudan getirir; sen de onu batıdan getir" deyince de, o küfreden, şaşırıp kalmıştı. Allah, zâlim kimseleri doğru yola iletmez
  259. Yahut çökük çatıları üzerine, (duvarları) yıkılıp harab olmuş bir kasabaya uğrayıp da, "bunu, ölümden sonra, Allah nereden diriltecek''' diyen kimseyi (bilmez misin) ? Böyle dediği için Allah onu yüz sene boyunca öldürmüş, sonra diriltip "kaç sene böyle kaldın?" demişti. O, *bir gün, yahut daha az" deyince, Allah (ona) şöyle buyurmuştu: "Hayır, yüz sene kaldın. (İnanmazsan) yiyeceğine ve içeceğine bak; hiç bozulmamış; ve bir de merkebine bak. (Böyle yapmamız), seni insanlara bir ibret nişanesi kılmak içindir. Kemiklere bak, onları nasıl yerli yerine koyacak, sonra onlara et giydireceği? (Cereyan eden şeyler) ona apaçık belli olunca, şöyle demişti: "Biliyorum ki Allah, her şeye kaadirdir."
  260. İbrahim: "Rabbım Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" demişti. Rabbı "yoksa inanmıyor musun?" buyurunca, "hayır, inanıyorum; fakat kalbimin huzur bulması için.." demişti, (Bunun üzerine Rabbı ona şöyle) buyurmuştu: "Dört kuş al; onları ahitleştirip kendine alıştır; sonra onlardan her bir cûz'ünü bir dağ üzerine koy; sonra da onları çağır; koşarak sana geleceklerdir. Şunu da bil ki, Allah, Azîz'dir, Hakim'dir."
  261. Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her bir başakta yüz (hububat) tanesi bulunan bîr tanenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir ve Allah, ihsanı bol, her şeyi hakkıyle bilendir.
  262. Allah yolunda mallarını sarferfenler, sonra da sarfettiklerini minnet ve eziyet (vesilesi) kılmayanlar, işte onların, Rabları katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur ve mahzun olacaklarda onlar değildir
  263. İyi bir söz ve bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah, kullarının verecekleri sadakadan müstağnidir, Halîm'dir.
  264. Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş olsun diye malını sarfeden, Allana ve âhîret gününe inanmayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakıp eziyet vermekle iptal etmeyin. (Gösteriş için sadaka verenin) durumu, üzerinde (bir miktar) toprak bulunan bir kayanın durumu gibidir ki. ona şiddetli bir yağmur isabet edince, toprak, o kayayı çırılçıplak bırakıverir. (İşte böyleleri) kazanç olarak hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfir olanlara hidayet etmez.
  265. Mallarını Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve içlerindeki îmanı sağlamlaştırmak için sarf edenlerin durumu ise, bir tepe üzerindeki bahçenin durumu gibidir ki, oraya şiddetli bir yağmur isabet edince meyvelerini iki kat verir şiddetli yağmur isabet etmezse de çisinti ona yeter Allah, yaptıklarınızı hakkıyle görendir.
  266. İçinizden herhangi biri, kendisine ihtiyarlık çökmüş, (çalışıp kazanamayan) zayıf çocukları olduğu halde, (ağaçları) altından ırmaklar akan. içinde kendisine ait her çeşit meyveler bulunan hurma ve üzüm bahçesine ateşle karışık bir kasırganın gelmesini ve o bahçenin yanmasını ister mi? İşte. Allah, âyetlerini, düşünesiniz diye böyle açıklıyor.
  267. Ey îman edenleri (Sadaka olarak) gerek kazandıklarınızın ve gerekse yerden sizin için çıkardıklarımızın iyilerinden verin. Gözü kapalı olmadıkça alıcısı olmayacağınız malın kötüsünü sadaka olarak vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah, (sizin vereceğiniz şeylerden) müstağnidir; hamd edilmeye asıl lâyık olan da O'dur.
  268. Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği emreder. Allah ise. size günâhtan bağışlama ve bolluk vaat ediyor. Allah, ihsanı geniş olan ve her şeyi hakkıyle bilendir.
  269. O, hikmeti dilediği kimseye verir; kime de hikmet vermişse, pek çok hayır verilmiş demektir. Akıl sahiplerinden başkası (bunu) düşünmez.
  270. Nafaka veya adaktan her ne vermiş veya adamışsanız, Allah, muhakkak onu bilir. Zâlimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.
  271. Eğer sadakaları aşikâre verirseniz, bu iyidir; ve fakat onu gizleyip de fakirlere verirseniz, sizin için daha iyidir. Allah, bununla günâhlarınızdan bir kısmını örter. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyle haberdardır.
  272. (Ey Muhammed!) Onları hidayete erdirmek, senin üzerine borç değildir; fakat Allah, dilediği kimseye hidayet eder. Sadaka olarak sarf ettiğiniz her şey, sizin kendiniz İçindir. Zaten siz, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için sarf edersiniz Sadaka olarak her ne sarf etmişseniz. haksızlığa uğratılmaksızın aynen size verilecektir.
  273. (Sadaka) Allah yolunda (kendilerini) hapsetmiş, kazanç için yeryüzünde dolaşamayan iffetleri dolayısıyla da isteyemedikleri için câhilin kendilerini zengin sandığı, senin de simalarından tanıdığın, yüzsüzlük edip insanlardan istemeyen fakir içindir. Sadaka olarak verdiğiniz her şeyi, Allah, hakkıyle bilendir.
  274. Gece ve gündüz, gizli ve aşikâre olarak mallarından sarfedenler, işte onlar için Rabları katında mükâfatları vardır; onlara korku yoktur; ve mahzun olacaklar da onlar değildir.
  275. Ribâ yiyenler, "alışveriş, ribâ gibidir" demiş olmaları dolayısıyla, ancak kendisini şeytan çarpmış mecnûn kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Halbuki Allah, alışverişi helâl, ribâyı ise, haram kılmıştır. Buna göre, kime Rabbından bir öğüt gelir de (bu haramdan) vazgeçerse, geçmişi kendisine, işi Allah'a aittir. Kim de tekrar (bu harama) dönerse, işte bunlar cehennem ashabıdır; cehennemde dâimidirler.
  276. Allah, ribânın bereketini giderir, sadakaları ise, bereketlendirir. Allah, küfürde ve günâhta ısrar eden hiç kimseyi sevmez.
  277. İman edenlerin, hayırlı iş işleyenlerin, namazı hakiyle edâ edip zekatı verenlerin Rabları katında mükâfatları vardır; onlara korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir.
  278. Ey İman edenler! Eğer gerçeklen mü'min iseniz, Allah'tan korkun ve rıbâdan geri kalanı bırakın.
  279. Fakat bunu yapmazsanız, Allah'a ve Rasülüne karşı savaşa girdiğinizi bilin ve eğer tövbe ederseniz, ana paranız sizindir; ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.
  280. Eğer (borçlu) darda ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Halbuki bilmiş olsanız,(alacağınızı) sadaka olarak bağışlamanız, sizin için daha hayırlıdır.
  281. (Ey îman edenler!) Allah'a döndürüleceğiniz ve haksızlık edilmeksizin herkese kazancının verileceği (o hesap) gününden korkun.
  282. Ey îman edenler! Belirli bir vakte kadar birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın; aranızdan bir kâtip doğru olarak yazsın ve Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin; yazsın. Borçlu olan da yazdırsın ve Rabbı olan Allah'tan korkup borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, câhil, yahut zayıf, yahutta bizzat yardıma gücü yetmezse, velisi doğru olarak yazdırsın. (Borç ve alacak yazılırken) erkeklerinizden iki de şâhid bulundurun. Eğer iki erkek olmazsa, razı olacağınız şâhidlerden bir erkekle, birinin unutması halinde, diğerinin ona hatırlatması için iki kadın yeter. Şâhidler çağırıldıklarında, (şâhidlikten) çekinmesinler. Küçük olsun büyük olsun, borcu, süresiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şâhidlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha yakındır; ancak aranızda yaptığınız alışverişin peşin (paralı) bir ticaret olması halinde, onu yazmamanızda size bir günâh yoktur. Alışveriş ettiğiniz zaman da şâhid tutun. Kâtibe de şâhide de zarar verilmesin. Eğer (bir zarar) verirseniz, bu kendinize dokunacak bir itaatsizlik olur. Allah'tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi hakkıyle bilendir.
  283. Eğer yolculuktaysanız ve bir kâtip de bulamazsanız, (borca karşılık) alınan rehinler yeter. Eğer Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse emanetini ödesin; Rabbı olan Allah'tan korksun. Şâhidliği gizlemeyin; her kim onu gizlerse, o, mutlaka kalbi günahkâr olan bir kimsedir. Allah ne yapığınızı hakkiyle bilendir.
  284. Göklerde ve yerde ne varsa Allah'a aittir. İçinizdeki açıklasanız da, gizleseniz de, Allah, onunla sizi hesaba çeker; sonra da dilediğini bağışlar dilediğine azâbeder. Allah, her şeye hakkıye kaadirdir.
  285. Rabbından kendisine indirilene Peygamber da îman etmiştir, mü'minler de hepsi de, Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etmiş ve şöyle demişlerdir: "Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik; Rabbımız, bağışlamanı dileriz. Dönüş sanadır."
  286. Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez (Kişinin) kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. Rabbimiz! Unutmuş yahut hata yapmışsak, (bu yüzden) bizi sorumlu tutma. Rabbımız! Bizden öncekilere yüklediğin gibi. bize de ağır bir yük yükleme. Rabbımız! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet; bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir milletlere Karşı bize yardım et.