Hud Suresi

11 - Hud Suresi Talat Koçyiğit Meali

Kuranı Kerimin on birinci sûresi olup 123 âyetten müteşekkildir. Sûrenin tamamı Mekke'de ve Yûnus sûresinden sonra nazil olmuştur. Bu süre de, bundan önceki sûre gibi, tevhîd, peygamberlik, öldükten sonra dirilme, hesab ve ceza gibi İslam’ın esasını teşkil eden konuları ihtiva eder.

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

  1. Elif.Lâm.Râ. Bu, hikmet sahibi olan ve herşeyden haberi bulunan Allah tarafından âyetleri muhkem kılınmış, sonra da iyice açıklanmış bir kitaptır.
  2. (Âyetlerinin muhkem kılınıp açıklanması), Allah'tan başkasına ibadet etmeyesiniz diyedir. Ben de size, Allah tarafından gönderilen bir uyarıcı ve müjdeciyim.
  3. (Keza bu kitap), Rabbınızdan mağfiret dilemeniz, sonra da tövbe etmeniz içindir; tâ ki Allah, sizi belirli bir süreye kadar güzel dünya nimetlerinden faydalandırsın ve her fazîlet sahibine kendi fazl u kereminden versin. Eğer yüz çevirir-seniz, bu takdirde ben, başınıza gelecek o büyük günün azabından korkarım.
  4. Dönüşünüz Allah'adır ve O, her şeye kaadirdir.
  5. İyi bilin ki, müşrikler, Peygamberden gizlenmek (ve okuduğu Kur'ânı duymamak) için (karınlarına birleştirecek şekilde) göğüslerini eğmektedirler. Şunu da bilin ki, elbiselerine büründüklerinde bile, Allah, gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir. O, göğüslerin gizliliklerini hakkıyle bilendir.
  6. Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı, Allah'ın üzerine olmasın. O, canlının duracağı yeri de, konulacağı yeri de bilir. Bunların hepsi de Kıtâb-ı Mübîn (Levh-ı Mahfuz) de (yazılı) dir.
  7. Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. (Kâinatı yaratırken) O'nun Arş'ı su üzerinde idi. (Ey Muhammed! Sen müşriklere) "öldükten sonra tekrar dirileceksiniz'' desen, küfredenler, bu, apaçık bir sihirdir" derler.
  8. Onlardan belli bir süre azabı geciktirsek, "onu tutan nedir?" derler. Fakat şunu iyice bilin ki, onlara azabın geldiği gün, artık onlardan geri çevrilecek değildir. Alaya aldıkları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.
  9. İnsana kendimizden bir rahmet taddırıp da sonra onu ondan geri çeksek, şiddetli bir ümidsizliğe düşüp nankör olur.
  10. Başına gelmiş bir sıkıntıdan sonra kendisine bir hayır taddırsak,"kötülükler artık benden gitti" der. O sırada kendisi son derece neşeli ve kibirlidir.
  11. Ancak sabredenler ve amel-i sâlih (iyi iş) işleyenler böyle değildir. İşte bunlar için, mağfiret ve büyük mükâfat vardır.
  12. (Ey Muhammed! Müşriklerin) "ona bir hazine indirilemez miydi?" yahut "onunla birlikte bir melek gelemez miydi?" demeleri dolayısıyle sen, sana vahyolunanın bazısını terk mi edeceksin ve onu onlara teblîğ etmekten göğsün mü daralacak? Oysa sen, sadece bir uyarıcısın. Her şeye vekîl olan ise, sadece Allah'tır.
  13. Yoksa Kur'ânı "Peygamber uydurdu" mu diyorlar? Onlara de ki: "O halde, eğer iddanızda samimi iseniz, uydurma olarak, siz de onun (sûreleri) gibi on sûre getirin ve gücünüzün yettiği Allah'tan başka kimseleri de yardıma çağırın".
  14. Eğer (bu çağrıya) onlar da cevap veremezlerse, bilin ki, Kur'ân, Allah'ın ilmiyle indirilmiştir ve O'ndan başka ilâh yoktur. (Bu apaçık delil karşısında) artık siz müslüman mısınız?
  15. Her kim dünya hayatını ve süsünü isterse, orada amellerine karşılık tastamam veririz. Onlar bu hususta hiç eksikliğe uğratılmazlar.
  16. Fakat işte bunlar, âhirette ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir. Dünyada her ne yapmışlarsa fâsid olmuş, işledikleri ameller de boşa gitmiştir.
  17. Böyleleri, Rabbından gelen ve şahidin takip ettiği ve önünde de bir rehber ve bir rahmet olmak üzere Musa'nın kitabının bulunduğu apaçık bir delil üzerinde olan kimse gibi midir? İşte bunlar Kur'âna inanırlar. Topluluklardan hangisi Kuran'ı inkâr ederse, ateş, varacağı yerdir. Bu itibarla Kur'an hususunda, hiç şüphe içinde olma. O, Rabbından gelen bir haktır fakat insanların çoğu îman etmez.
  18. Allah'a yalan iftirada bulunan kimseden daha zâlim kim olabilir? Bunlar (kıyamet günü) Rablarına arzolunurlar. Şâhidler de: "İşte bunlar, Rablarına karşı yalan söyleyenlerdir" derler. Şunu iyice bilesiniz ki, Allah in laneti zâlimleredir.
  19. (İşte bu zâlimler, insanları da) Allah'ın yolundan çevirirler ve o (dosdoğru) yolu eğri olarak tanıtırlar. İşte, âhireti de inkâr edenler onlardır.
  20. Bunlar, dünyada (mâruz kalacakları cezadan Allah'ı) aciz bırakacak değillerdir. Bunların Allah'tan başka (kendilerini yine Allah'ın azabından koruyacak) hiçbir dostları yoktur. Azâb, onlar için kat kat artırılacaktır. Zira onlar, (küfürleri dolayısıyla kalbleri mühürlendiği için, hakkı) işitemiyorlar ve göremiyorlardı.
  21. İşte kendilerini hüsrana uğratanlar bunlardır. (Allah'a şirk koşarak) uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitmiştir.
  22. Hiç şüphesiz, âhirette daha çok hüsrana uğrayacak olanlar da onlardır.
  23. İman edenler ve güzel işler yapanlarla, huzû ve huşu içinde Rablarına boyun eğenler ise, işte asıl cennet ehli bunlardır ve orada dâimidirler.
  24. Bu iki gurubun durumu, kör ve sağır kimseyle, gören ve işiten kimsenin durumlarına benzer. Bunlar hiç eşit olurlar mı; hiç düşünmüyor musunuz?
  25. 25-26 Nuh'u kavmine göndermiştik (O da onlara demişti ki:) "Ben, Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için size (Allah tarafından gönderilen) apaçık bir uyarıcıyım. Ben, başınıza gelecek acı bir günün azabından korkuyorum".
  26. 25-26 Nuh'u kavmine göndermiştik (O da onlara demişti ki:) "Ben, Allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için size (Allah tarafından gönderilen) apaçık bir uyarıcıyım. Ben, başınıza gelecek acı bir günün azabından korkuyorum".
  27. Kavminin inkâr eden ileri gelenleri ise şöyle demişlerdi: "Biz, seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Keza sana, bizim en bayağı ve en düşüncesiz olanlarımızdan başkasının tâbi olmadığını da görüyoruz. Ve yine sizin, bizim üzerimizde herhangi bir üstünlüğe sahip olduğunuzu düşünmüyoruz; aksine sizin yalancı olduğunuzu sanıyoruz".
  28. Nûh da onlara demişti ki: "Ey kavmimi Şimdi bana söyleyin, Rabbımdan apaçık bir delile sahip olsam ve bana kendi katından bir de rahmet verse, bunlar da size gizli kalsa, siz istemediğiniz halde bunları size zorla mı kabul ettiririz"?
  29. "Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir mal talep etmiyorum; benim ecrim sadece Allah'a aittir. Ben, îman edenleri kovacak da değilim; zira onlar, Rablarına kavuşacak (bir yoldadır) lar. Fakat ben sizi, cahillik eden bir kavim olarak görüyorum".
  30. "Ey kavmim! Eğer o mü'minleri kovacak olursam, Allah'a karşı bana kim yardım eder? Hiç düşünmüyor musunuz"?
  31. "Size, yanımda Allah'ın hazineleri bulunduğunu söylemiyorum; gaybı bilmem; ben meleğim, demiyorum; gözlerinizin hor gördüğüne Allah hayır vermez de demem; Allah, onların içlerinde olanı daha iyi bilir. Aksi halde ben, muhakkak zâlimlerden olurum".
  32. (Nuh'un bu sözlerine karşı ona şöyle) demişlerdi: "Ey Nûh! Bizimle iyi münakaşa ettin; (bütün delillerini zikredip) münakaşayı da uzattın. O halde şimdi, eğer güvenilir kimselerden isen, sözünü ettiğin (o dünyevî azabı) bize getir".
  33. Nûh da demişti ki: "Onu size, eğer dilerse, yalnız Allah getirir ve siz O'nu bundan asla âciz bırakamazsınız".
  34. "Size nasihat etmeyi istediğimde, eğer Allah sizi azdırmayı murad etmişse, benim nasihatim size hiçbir fayda vermez. Zira Allah, sizin Rabbınızdır ve O'na döndürüleceksiniz".
  35. Yoksa "onu, o uydurdu'' mu diyorlar? (Onlara) de ki: "Eğer onu ben uydurmuş isem, bunun günahı elbet banadır: (bundan size ne?) Nitekim ben de sizin işlediğiniz cürümlerden uzağım."
  36. Nûh 'a şöyle vahyedilmişti: Kavminden, artık şimdiye kadar îman edenlerden başkası îman etmiyecektir. Bu itibarla onların yapmış oldukları şeylerden dolayı üzülme".
  37. "Bizim nezaretimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap. (Küfür işleyip) zulmedenler hakkında bana hiçbir müracaatta bulunma. Onlar suda boğulacaklardır".
  38. Nûh gemiyi yapıyor, kaviminin ileri gelenleri ise, oradan her geçişte onunla alay ediyorlardı. (Bu yüzden onlara şöyle) demişti: "Eğer bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi, biz de sizinle alay edeceğiz".
  39. "Çok yakında kendisini zelil edecek (dünyevî) azabın ve daha sonra da daimî olan (uhrevî) azabın kimin başına geleceğini (görüp) anlayacaksınız".
  40. Nihayet emrimiz gelip de fırın kaynayınca, (Nuh'a) şöyle demiştik: "Her hayvandan ikişer çifti, daha önce (îman etmiyecekleri için boğulacakları hususunda) hükmümüzün geçtiği kimseler dışında, aileni ve mü'minleri gemiye yükle". Zaten onunla birlikte çok az kimse îman etmişti.
  41. Nûh onlara şöyle demişti: "Onun gitmesi de durması da Allah'ın adıyladır; muhakkak ki Rabbım çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir, (diyerek) gemiye binin".
  42. Gemi onları dağlar gibi dalgalar üzerinde götürüyor, Nûh da tek başına kalmış oğluna şöyle sesleniyordu: "Ey oğlum! Bizimle beraber (gemiye) bin; kâfirlerle bir olma".
  43. Oğlu ise şöyle diyordu: "Beni sulardan koruyacak bir dağa sığınacağım". Nûh'da diyordu ki: "Bu gün Allah'ın merhamet ettiği kimseler dışında O'nun emrinden korunacak hiçbir şey yoktur". Nitekim (o sırada) aralarına bir dalga girmiş ve oğlu boğulanlardan olmuştu.
  44. (Daha sonra da) "ey yer! suyunu çek; ey gök! sen de tut" denilmiş, su çekilmiş, iş tamamlanmış ve gemi Cûdî üzerine oturmuş; zâlim kavimlere de, "(Allah'ın rahmetinden) uzak olsunlar" denilmişti.
  45. Nûh Rabbına seslenmiş ve şöyle demişti: "Rabbım! Oğlum, şüphesiz benim âilemdendi ve şüphesiz senin va'din haktır ve sen hâkimler hâkimisin".
  46. Allah da şöyle buyurmuştu "Ey Nûh! O senin ailenden değildir; çünkü (onun ameli) iyi olmayan bir ameldi. Bu itibarla hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben sana câhillerden olmamanı nasihat ederim."
  47. Nûh ise şöyle demişti: "Rabbım" Ben, hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten yine sana sığınırım. Ve eğer bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum".
  48. (Sonra ona) denilmişti ki: "Ey Nûh! Sana ve seninle birlikte olan milletlere bizden bir selâmet ve bereketlerle (geminin oturduğu Cûdî'den) in. Ve bir kısım milletler de olacaktır ki onları, (yeryüzünde dünya nimetlerinden) faydalandıracağız; sonra da onlara bizden acı bir azâb dokunacaktır".
  49. (Ey Muhammed!) Bunlar sana vahyettiğimiz gayba âit haberlerdendir. Bundan önce ne sen ve ne de kavmin bunları bilmiyordunuz. Bu itibarla sabret; akıbet, elbette Allah'tan sakınanlar içindir.
  50. Âd kavmine de kardeşleri Hûd'u göndermiştik. O da şöyle demişti: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ibadet edin. O'ndan başkasına ibadet etmekle O'na iftira etmiş olursunuz".
  51. "Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir ücret taleb etmiyorum. Benim ücretim, ancak beni salim bir fıtrat üzerine yaratan (Allah) a aittir. Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız"?
  52. Ey kavmim! "Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra da O'na tövbe edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin."
  53. Onlar ise şöyle demişlerdi: "Ey Hûd! Bize bir mucize getirmedin. Biz, ne sözünden dolayı ilâhlarımızı terkedecek ve ne de sana inanacak kimseleriz."
  54. Bazı ilâhlarımızın seni çarpmış olduklarını söylemekten başka bir şey demeyiz. Hûd da demişti ki: Ben Allah'ı şâhid tutarım ve siz de şâhid olun ki, ben sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan uzağım".
  55. "Hem O'nu bırakıp da ortak koştuklarınızdan... Öyleyse hep birden tuzak kurun, sonra da hiç bekletmeyin".
  56. "Ben, benim ve sizin Rabbınız olan Allah'a tevekkül ettim. Hiçbir canlı yoktur ki. onun perçeminden tutacak olan O olmasın. Rabbım, hiç şüphesiz doğru yol üzerindedir".
  57. "Eğer yüz çevirirseniz ki ben size ne ile gönderilmiş isem, onu size tebliğ ettim Rabbım, (sizi helak eder ve yerinize) sizden başka bir kavim gönderir ve siz, O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Rabbım, şüphesiz, her şeyi koruyup gözetendir".
  58. Emrimiz gelince, Hûd'u ve onunla birlikte îman edenleri, bizden bir rahmetle kurtarmıştık. Onları şiddetli bir azâbtan korumuştuk.
  59. İşte bu; Rablarının âyetlerini inkâr eden, peygamberlerine karşı gelen ve her inatçı zorbanın emri peşinden giden Âd kavmidir.
  60. Hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lanete tâbi kılınmışlardır. Şunu iyice bilin ki, Âd kavmi, Rablarını inkâr etmişlerdir. Şunu da bilin ki, (Allah'ın rahmetinden ebediyyen) uzaklık, Hûd'un kavmi Âd içindir.
  61. Semûd kavmine de kardeşleri Salih gönderilmişti. Salih, kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a ibadet edin. Sizi yerden meydana getiren ve orada imar ile görevlendiren Odur. Bu itibarla O'ndan mağfiret dileyin; sonrada O'na tövbe edin. Rabbım, şüphesiz (kullarına) çok yakındır ve duaları kabul edendir."
  62. Onlar ise şöyle demişlerdi. "Ey Salih! Bundan önce sen, içimizde ümid beslenen bir kimseydin. Sen şimdi bizi, babalarımızın ibadet ettikleri şeye ibadet etmekten men mi ediyorsun? Şurası muhakkaktır ki biz. senin bizi davet ettiğin şeyden şüphe içindeyiz, kuşkuluyuz".
  63. Salih de demişti ki: "Ey Kavmim! Şimdi bana söyleyin, Rabbımdan apaçık bir delile sahip olsam ve bana kendi katından bir rahmet verse, Allah'a karşı geldiğim takdirde, yine O'na karşı bana kim yardım eder? Siz, benim başarısızlığımı artırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz".
  64. "Ey kavmim! Bu, size bir mucize olmak üzere Allah'ın bir devesidir. Bu sebeple onu bırakınız, Allah'ın arzında yeyip içsin. Ona kötülük etmeyin; aksi halde sizi, yakın bir azâb yakalar".
  65. Buna rağmen onu yine de kesmişlerdi. Bu yüzden Salih, onlara şöyle demişti: "Yurdunuzda üç gün daha (dünya nimetlerinden) faydalanın. Bu, yalanlanamayacak bir sözdür".
  66. Nitekim emrimiz gelince, Salih'i ve onunla birlikte îman edenleri, kendi katımızdan bir rahmetle o günün azabından kurtarmıştık. Rabbın, asıl kuvvetli ve gâlib olan, işte Odur.
  67. (İşte o zaman küfür işleyip) zulmedenleri şiddetli bir yıldırım sesi yakalamış ve yerlerinde (hiç kimsenin kurtaramayacağı bir şekilde) yüzüstü çöke kalmışlardı.
  68. Semûd, sanki orada hiç ikamet etmemiş gibi olmuştu. Çünkü bilesiniz ki Semûd, Rablarını inkâr etmişlerdi ve yine bilesiniz ki (Allah'ın rahmetinden) uzak kalmak, Semûd içindi.
  69. Elçilerimiz (melekler) İbrahim'e müjdeyle gelmişler "sana selâm" demişlerde. O da onlara "selâm" demiş, sonra da hemen kızarmış bir buzağı getirmişti.
  70. (Yemek için) ellerinin ona uzanmadığını görünce onların bu davranışını anlamamış ve içinde bir korku hissetmişti. Onlar: "Korkma, biz Lût kavmine gönderildik" demişlerdi.
  71. Bu sırada İbrahim'in karısı (hizmet için) ayakta duruyordu ve (elçilerin "korkma" sözü üzerine) gülmüştü. Biz de ona İshâk'ı, Ishâk'ın da ardından Yakûb'u müjdelemiştik.
  72. (Ancak İbrahim'in karısı) demişti ki: "Vay başıma gelenlere! Ben kocakarı, kocam da yaşlı bir adam olduğu halde çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey."
  73. (Buna karşılık elçiler şöyle) demişlerdi: "Allah'ın işine mi kaşıyorsun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizedir O, hamdolunmaya lâyıktır; hayır ve ihsan sahibidir."
  74. İbrahim'den korku gidince ve müjde de kendisine gelince, Lût kavmi hakkında bizimle mücadeleye girişmişti.
  75. Zira İbrahim çok yumuşak, çok içli ve her işinde Allah'a başvuran bir kimseydi.
  76. Ona şöyle demişlerdi: "Ey İbrahim! Bu mücadeleden vazgeç; gerçek olan şudur ki, Rabbının emri gelmiştir ve geri döndürûlemeyecek olan azâb mutlaka kendilerine gelecektir."
  77. Elçilerimiz Lut'a gelince, bundan çok kötüleşmiş, iyice sıkılmış ve "çok kötü bir gün" demişti.
  78. Bu sırada kavmi de ona koşarak gelmişlerdi. Zaten önceden çok kötülük işliyorlardı. Lût onlara şöyle demişti: "Ey kavmim! İşte bunlar kızlarım; onlar sizin için daha temizdir; Allah'tan korkun. Beni misafirlerimin içinde küçük düşürmeyin. İçinizde aklı başında hiçbir adam yok mu?"
  79. Onlar ise şöyle demişlerdi. "Bizim, kızlarınız üzerinde hiçbir hakkımız olmadığını çok iyi biliyorsun. Ayrıca bizim ne istediğimizi de iyi bildiğine hiç şüphe yok."
  80. Lût da demişti ki: "Ah keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydı, yahut çok sağlam bir kaleye sığınsaydım."
  81. Elçiler de şöyle demişlerdi: "Ey Lût! Biz Rabbının elçileriyiz. Onlar sana asla ilişemeyeceklerdir. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte çık. Karın dışında içinizden hiçbiri geriye dönüp bakmasın. Zira kavminin başına gelecek olan (azâb) onun da başına gelecektir. Onlara vadedilen (azâb) sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi?
  82. Emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirmiş, üzerine birbiri arkasından taşlaşmış çamur yağdırmıştık.
  83. Rabbın katında işaretlenmiş (taşlardı bunlar). (Bu hâdisenin cereyan ettiği yer ise, bugünkü Mekkeli) zâlimlerden hiç de uzak değildi.
  84. Medyen halkına da kardeşleri Şu'ayb'ı göndermiştik. Şu'ayb kavmine demişti ki: "Ey kavmim! Sizin için kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a ibadet edin. Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum ve sizin hesabınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum."
  85. "Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin. Müfsidlik ederek yeryüzünü İfsada boğmayın."
  86. "Eğer inanan kimseler iseniz, (ölçü ve tartınızdan) Allah'ın size (kâr olarak bıraktığı), sizin için daha hayırlıdır. Zira ben, (her kötü davranış için) sizin gözcünüz değilim."
  87. Onlar da şöyle demişlerdi: "Ey Şu'ayb! Babalarımızın ibadet ettikleri şeylerden yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi, sana, senin namazın mı emrediyor? Zira sen, bir gerçektir ki, yumuşak huylu, aklı başında bir kimsesin."
  88. Şu'ayb ise onlara şöyle demişti: "Ey kavmim! Bana söyler misiniz, eğer ben Rabbımdan gelen apaçık bir delil üzerinde isem ve bana güzel bir rızık da vermiş ise (başka ne yapabilirim)? Ben, size menettiğim şeyleri yaparak size muhalefet etmeyi istemem. Ben, gücümün yettiği kadar sizi ıslâh etmekten başka bir arzuya sahip değilim. Benim başarım, ancak Allah'ın yardımıyladır. Ben O'na tevekkül ettim ve O'na yöneldim."
  89. "Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz, Nûh kavminin, yahut Hûd kavminin, yahutta Salih kavminin başlarına gelenlerin benzerini sizin de başınıza getirmesin. Lût kavmi sizden uzak değildir (ve başlarına geleni hepiniz yakinen bilirsiniz.)"
  90. "Rabbınızdan mağfiret dileyin, sonra O'na tövbe edin. Şüphesiz Rabbım çok merhametlidir, çok sevgi doludur."
  91. Onlar ise şöyle demişlerdi: "Ey Şu'ayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve seni de içimizde zayıf görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı, seni recmeder (taşla öldürür) dik. Sen, bizim üzerimizde bir güç sahibi de değilsin."
  92. Şu'ayb da şöyle demişti: "Ey kavmim! Benim taraftarlarım mı, size karşı Allah'tan daha güçlüdür de O'nu arkanızda nisyana terkettiniz? Oysa Rabbım, (ilmiyle) yaptıklarınızı çepeçevre kuşatmıştır."
  93. "Ey Kavmim! Yapacağınızı gücünüzün yettiğince yapın. Elbet ben de yapacağım. Kendisini perişan edecek azabın kime geleceğini ve asıl kimin yalancı olduğunu öğreneceksiniz. Bekleyiniz; elbette sizinle birlikte ben de bekleyeceğim."
  94. Emrimiz gelince, Şu'ayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri kendi katımızdan bir rahmetle kurtarmıştık. Zulmedenleri ise, bir azâb nöbeti yakalamış ve kendi yerlerinde yüzüstü çöke kalmışlardı.
  95. Sanki orada hiç ikamet etmemişlerdi. Şunu bilin ki, Semûd, (Allah'ın rahmetinden) uzak kaldıysa, Medyen halkı da ondan uzak kalıp yok olsun.
  96. 96-97 Musa'yı da, âyetlerimizle ve apaçık delil ve mucizelerle Firavun ve ileri gelen adamlarına göndermiştik. (Ancak bu adamlar, her işte) Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri akıllıca değildi.
  97. 96-97 Musa'yı da, âyetlerimizle ve apaçık delil ve mucizelerle Firavun ve ileri gelen adamlarına göndermiştik. (Ancak bu adamlar, her işte) Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri akıllıca değildi.
  98. O, kıyamet gününde de kavminin önünde gider ve onları ateşe götürür. O vardıkları yer ne kötü bir yerdir.
  99. Onlar, bu dünyada da lanete uğramışlardır, kıyamet gününde de. Onlara verilen (bu lanet), ne kötü bir vergidir,
  100. (Ey Muhammed!) İşte sana bu anlattıklarımız, birtakım kasabaların haberlerindendir. O kasabaların bir kısmı halen ayaktadır; bir kısmı da yok olup gitmiştir.
  101. Biz onlara (yok olup gitsinler diye) zulmetmemişizdir; fakat onlar, kendilerine zulmetmişlerdir. Rabbının emri geldiği zaman, onların Allah'ı bırakıp da yalvardıkları kendi ilâhları da onlara hiçbir şekilde fayda sağlamamış ve onların helakini artırmaktan başka bir işe yaramamıştır.
  102. İşte Rabbın, zâlim kasabalar halkını yakaladığı zaman, O'nun yakalayışı böyledir ve O'nun bu yakalayışı da, çok acı ve çok şiddetlidir.
  103. Şüphesiz bunda, âhiret azabından korkan kimseler için bir ibret vardır. (Ahıret azabının vaki olacağı) bu gün, insanların toplanacakları bir gündür; bu gün, (insan olsun cin olsun, bütün mahlûkat tarafından) görülecek bir gündür.
  104. Biz bu günü, ancak (kendi ilmimizde) malûm olan bir süreye kadar erteleriz.
  105. O gün gelince de, hiç kimse Allah'ın izni olmadan konuşamaz. (O gün toplanacak olanların) kimi isyankardır, kimi de mutlu...
  106. İsyan edenler cehennemdedirler. Orada, onların (ıztırabtan ileri gelen) ağlayışlı bir nefes alışverişleri vardır.
  107. Onlar, Rabbının dilemesi dışında, gökler ve yer durduğu sürece orada daimîdirler. Şüphesiz Rabbın istediğini yapacaktır.
  108. Mutlu olanlara gelince, onlar da cennette olup, Rabbının dilemesi dışında, gökler ve yer durduğu sürece, kesintisiz bir ihsan olarak orada daimîdirler.
  109. (Ey Muhammed!) Daha önce, ancak babalarının taptıkları gibi tapan o müşriklerin taptıkları putlardan (ve bunun kötü akıbetinden) sakın şüphe etme. Biz, elbette onların nasîblerini hiç eksiksiz ödeyeceğiz.
  110. Musa'ya kitabı vermiştik; fakat hakkında ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbın tarafından önceden verilmiş bir söz olmasaydı, aralarında elbette çoktan hüküm verilmiş olurdu. Onlar, kitabın Allah katından olduğunda şüphe ve tereddüt içindedirler.
  111. Şüphe yoktur ki Rabbın, hepsine, yaptıklarının karşılığını tastamam ödeyecektir. O, onların yaptıklarından hakkıyle haberdârdır.
  112. (Ey Muhammed!) Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Seninle birlikle tövbe edenler de (doğru olsunlar), aşırı gitmeyin. Zira Allah, yaptıklarınızı hakkıyle görür.
  113. (Allah'a şirk koşup) zulmedenlere güvenme; aksi halde ateş size de dokunur. Sizin için Allah'tan başka hiçbir dost yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.
  114. Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namazı dosdoğru kıl. İyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alacak olanlara bir öğüttür.
  115. Sabret; şüphesiz Allah, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez.
  116. Sizden önceki nesillerden aklı başında olanlar, (küfürleriyle zulmedenleri) yeryüzünde fesad çıkarmaktan alıkoyamazlar mı idi? Halbuki onlar arasında kurtardıklarımızdan ancak çok azı bunu yapmış; o zulmedenler ise, kendilerini ifsad eden nimetlerin peşine düşmüşler ve suçlu olmuşlardır.
  117. Yoksa Rabbın, ahalisi ıslah edici kimseler olan şehirleri zulm ile helak edecek değildir.
  118. Eğer Rabbın dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar.
  119. Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler. Zaten Allah, insanları bunun için yaratmıştır. Ve böylece, Rabbının "muhakkak cehennemi bütün cin ve insanlarla dolduracağım" sözü yerine gelmiş olacaktır.
  120. Peygamberlerin haberlerinden sana anlattığımız bütün bu kıssalarla senin kalbini pekiştiriyoruz. Ayrıca bu kıssalardan, sana (dînin esasını teşkil eden) hak ile, mü'minler için bir öğüt ve ibret gelmiştir.
  121. (Ey Muhammed!) îman etmeyenlere de ki: "Gücünüzün yettiğince (küfrünüzü) işleyin. Biz de (gücümüzün yettiğince Allah'ın bize verdiği görevi) yapacağız.
  122. "(Neticeyi) bekleyin; biz de bekleyeceğiz."
  123. Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Her iş O'na döndürülür. Bu itibarla O'na ibadet et ve O'na güvenip dayan. Rabbın yaptıklarınızdan elbette gafil değildir.