Sebe Suresi

34 - Sebe Suresi Talat Koçyiğit Meali

Kur'ân-ı Kerim 'in oluz dördüncü süresi olup 54 âyetten müteşekkildir. Mekke'de Lokman sûresinden sonra nazil olmuştur. 6 inci âyeti Medenîdir. Sûrenin 15 inci âyetinde "Sebe" kabîlesinden söz edildiği için ona bu ad verilmiştir.

Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

  1. Hamd, göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir; her şeyden haberdârdır.
  2. Arza giren şeyleri ve oradan çıkan şeyleri, gökten inen şeyleri ve oraya çıkan şeyleri bilir. O, çok merhametlidir; çok bağışlayıcıdır.
  3. İnkâr edenler "kıyamet bize gelmeyecek" demektedirler. (Ey Muhammed!) De ki: "Hayır; Rabbıma yemin ederim ki, o size mutlaka gelecektir. Göklerde ve yerde olan zerre miktarı hiçbir şey gaybı bilen Allah'tan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
  4. Her şeyin bir kitapta bulunması, Allah'ın, îman edenleri ve sâlih amel işleyenleri mükâfatlandırması içindir, işte bunlar için mağfiret ve kusursuz rızık vardır.
  5. Ve, âyetlerimizi iptal etmek hususunda yarışırcasına gayret sarfedenleri de cezalandırmak içindir. İşte bunlar için de acı ve çok şiddetli bir azâb vardır.
  6. Kendilerine ilim verilenler, Rabbından sana indirilenin hak olduğunu ve dâima gâlib ve dâima hamd'e lâyık olan Allah'ın yoluna hidayet ettiğini bilirler.
  7. İnkâr edenler demektedirler ki: "Size paramparça olduğunuz zaman, sizin yeni bir yaratılışla diriltileceğinizi haber veren bir adam gösterelim mi?"
  8. "O, Allah'a yalan mı iftira ediyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var?" Hayır, âhirete îman etmeyenler azabta ve uzak bir sapıklık içindedirler.
  9. Gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Dilersek onları yere batırır, yahut göğün bir kısmını üzerlerine çökertiriz. İşte bunda, her itaatkâr kul için mutlaka bir ibret vardır.
  10. 10-11 "Ey dağlar ve kuşlar! Dâvûd'la beraber tesbih edin" diyerek katımızdan Davud'a, lutufta bulunmuş; Ona da "geniş zırhlar yap; dokumasını da sağlam tut" diyerek demiri onun için yumuşatmıştık. (Ey Dâvûd ve ailesi!) Sâlih amel işleyin. Şüphesiz ben, yaptıklarınızı hakkıyle görürüm.
  11. 10-11 "Ey dağlar ve kuşlar! Dâvûd'la beraber tesbih edin" diyerek katımızdan Davud'a, lutufta bulunmuş; Ona da "geniş zırhlar yap; dokumasını da sağlam tut" diyerek demiri onun için yumuşatmıştık. (Ey Dâvûd ve ailesi!) Sâlih amel işleyin. Şüphesiz ben, yaptıklarınızı hakkıyle görürüm.
  12. Süleyman'a da, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü de bir ay süren rüzgârı boyun eğdirmiş, erimiş bakırı, onun için sel gibi akıtmıştık. Cinlerden bir kısmı da, onun önünde Rabbının izniyle çalışırdı. Bunlardan, emrimizden çıkan olursa, ona şiddetli dünya azabı taddırırdık.
  13. Cinler, onun için dilediği her şey, kaleler, heykeller, havuza benzer çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. "Ey Dâvûd ailesi! Şükür olmak üzere Allah'ın itaatına çalışın. Zira kullarımdan şükredenler azdır."
  14. Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt, cinlere onun ölümünü fark ettirmişti. O ölü olarak yere kapaklanınca, ortaya çıkmıştı ki, eğer cinler gaybı bilselerdi, o rezil edici azâb içinde kalmazlardı.
  15. Sebelilerin ülkesinde Allah'ın varlığına delâlet eden bir işaret vardı: Sağlı sollu iki bahçe. Onlara denilmişti ki: "Rabbınızın rızkından yeyin ve O'na şükredin. İşte size güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!".
  16. Fakat onlar yüz çevirmişler; biz de üzerlerine Arîm selini göndermiş ve bahçelerini buruk meyveli, ılgın ve biraz da sedir ağaçları olan iki bahçeye çevirmiştik.
  17. Nankörlük etmelerinden dolayı onları işte böyle cezalandırmıştık. Biz, nankörlerden başkasını cezalandırır mıyız?
  18. Onlarla mübarek kıldığımız şehirler arasında, birbirlerinden görülen şehirler yapmış ve birbiri arasına gidip gelmeyi takdir etmiştik. Onlara da demiştik ki: "Geceleri ve gündüzleri oralarda güven içinde dolaşın.
  19. Onlar, "Rabbımız! Yolculuklarımızın mesâfesini uzat" demişler ve böylece kendilerine zulmetmişlerdi. Biz de onları efsane haline getirmiş ve darmadağın etmiştik. İşte bunda, bütün sabredenler ve şükredenler için ibretler vardır.
  20. İblîs, onlar hakkındaki zannını doğru çıkartmış ve mü'minlerden bir gurup dışında hepsi uymuşlardı.
  21. Aslında Iblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ancak biz, âhirete îman edenle, ondan şüphe içinde olanı ayırıp göstermek istemiştik. Rabbın, her şeyi hakkıyle koruyandır.
  22. (Ey Muhammed!) De ki: "Allah'ı bırakıp da, ne göklerde ve ne de yerde zerre kadar bir o: şeye sahip olmadıkları, bunlarda hiçbir ortaklıkları bulunmadığı ve onlardan hiçbiri Allah'ın yardımcısı olmadığı halde, ilâh diye ileri sürdüklerinizi haydi çağırın."
  23. Allah katında, şefaat etmesine izin verdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermez. Sonunda kalblerinden korku giderilince, birbirlerine: "Rabbınız ne buyurdu?" derler. Diğerleri de "hakkı" diye cevap verirler. O, çok yücedir, büyüktür.
  24. De ki: "Göklerden ve yerden size kim rızık verir?" Yine de ki: "Allah O halde doğru yolda veya apaçık bir sapıklıkta olan ya biziz, ya da sizsiniz."
  25. (Ey Muhammed!) De ki: "İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız; sizin işlediklerinizden de biz sorumlu olmayız."
  26. Yine de ki: "Kıyamet günü, Rabbımız hepimizi toplar; sonra da aramızda adaletle hükmeder. O, adaletle hüküm verendir; her şeyi hakkıyle bilendir."
  27. De ki: "Allah'a ortak olarak ileri sürdüklerinizi bana gösterin. Asla gösteremezsiniz. Fakat O, yegâne galip olan, hikmet sahibi olan Allah'tır."
  28. (Ey Muhammed!) Biz seni, ancak bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat onların çoğu bilmiyor.
  29. Ve diyorlar ki: "Eğer sözüne güvenilir kimseler iseniz, bu va'd ne zaman"
  30. De ki: "sizin için va'dolunan bir gün vardır. Ne ondan bir saat geri kalırsınız, ne de öne geçersiniz".
  31. İnkâr edenler demektedirler ki: "Biz, bu Kurân'a asla inanmayız; ondan önceki kitaplara da".. Oysa o zâlimlerin, Rablarının huzurunda durmuş, suçu birbirlerine atıp durduklarını bir görsen.. Dünyada iken zayıf görülenler, büyüklük taslayanlara derler ki: "Eğer siz olmasaydınız, biz mutlaka mü'min kimseler olacaktık."
  32. Büyüklük taslayanlar da, zayıf görülenlere şöyle derler: "Size hidayet geldikten sonra, sizin hidayete ermenize biz mi engel olduk? Hayır, siz zaten suçlu kimseler idiniz."
  33. Zayıf görülenler ise, büyüklük taslayanlara derler ki: "Hayır, gece gündüz dolap kurar, bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na ortaklar koşmamızı emrederdiniz." Azabı görünce hepsi de pişmanlıklarını gizlerler. Fakat biz, inkâr edenlerin boyunlarına ateşten halkalar takarız. İşlemiş olduklarından başka bir şeyle mi cezalandırılacaklardı?
  34. Biz, hangi ülkeye bir uyarıcı göndermişsek, oranın varlıklıları, "siz ne ile gönderilmişseniz, biz onu mutlaka inkâr edeceğiz" demişlerdir.
  35. Ve yine demişlerdir ki: "Biz, gerek mal yönünden ve gerekse evlâd yönünden daha çoğuz; bu itibarla azâb görecek kimseler değiliz."
  36. (Ey Peygamber!) De ki: "Şüphesiz Rabbım, dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Fakat insanların çoğu bilmez,"
  37. (Ey insanlar!) Sizi bize yaklaştıracak olan ne mallarınız ve ne de evlâdlarınızdır. Ancak îman eden ve sâlih amel işleyen kimseler için böyle değil. Onlar için, yaptıklarına karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet odalarında güven içindedirler.
  38. Bizi âciz bırakarak âyetlerimizi iptal etmeye çalışanlar ise, azâb için hazırlanmışlardır.
  39. (Ey Muhammed!) De ki: "Şüphesiz Rabbım, kullarından dilediğine rızkı genişletir; ve dilerse ona daraltır. Allah yolunda sarfettiğiniz bir şeyin yerine O, başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."
  40. O gün onların hepsini toplar, sonra da meleklere der ki: "Size bunlar mı ibadet ediyorlardı?"
  41. Onlar da şöyle derler: Seni tenzih ederiz. Bizim velimiz, onlar değil sensin. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Çoğu onlara îman eden kimselerdi."
  42. İşte o gün, biribirinize ne fayda verebilirsiniz, ne de zarar. O zulmeden kimselere deriz ki: "Yalanladığınız ateşin azabını tadın."
  43. Kendilerine açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman, demişlerdir ki: "Bu adam, atalarınızın ibadet ettikleri şeylerden sizi çevirmek isteyenden başka biri değil." Ve yine demişlerdir ki: "Bu Kur'ân, uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değil." Hakkı inkâr edenler de, kendilerine o hak gelince, şöyle demişlerdir: "Bu, apaçık sihirden başka bir şey değil."
  44. Oysa biz onlara, ne okuyacakları bir kitap vermiş ve ne de, senden önce kendilerine bir uyarıcı göndermiştik.
  45. Kendilerinden öncekiler de yalanlamışlardı. Oysa bunlar, onlara verdiklerimizin onda birine erişmiş değillerdir. Buna rağmen yine de peygamberlerimizi yalanlamışlardı. Fakat beni inkâr nasıl olurmuş gör.
  46. (Ey Muhammed!) De ki: "Size tek bir öğüt vereyim. O da, ikişer ikişer ve birer birer Allah için kalkmanız ve sonra da düşünmeniz. Neticede göreceksiniz ki, arkadaşınızda hiçbir delilik yoktur. O sadece, şiddetli bir azabın öncesinde sizin için bir uyarıcıdır."
  47. Ve yine de ki: "Sizden herhangi bir ücret istemiyorum; o, sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah'a aittir. O, her şeye şâhidtir."
  48. De ki: "Rabbım, (dilediğinin kalbine) hakkı süratle atar. O, gizli olan şeyleri hakkıyle bilendir."
  49. De ki: "Hak gelmiştir. Artık bâtıl, ne yeniden bir şey başlatır, ne de onu gerigetirir."
  50. Ve yine de ki: "Eğer yoldan saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete erersem, bu da, Rabbımın bana vahyetmesi dolayısıyledir. Şüphesiz O, hakkıyle işitendir; çok yakındır."
  51. Azabı görünce, birdenbire düştükleri o korkulu hallerini bir görsen.. Hiç kaçış yoktur. Yakın bir yerden yakalanmışlardır.
  52. İşte o zaman derler ki: "Allah'a îman ettik." Bu kadar uzak yerden îmanı kolayca almak, onlar için nasıl mümkün olur?
  53. Oysa önceden O'nu inkâr etmişlerdi. Uzak yerden gayba taş atıyorlardı,
  54. Daha önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu duydukları şey arasına engel konulmuştur. Çünkü onlar, dünyada iken endişe verici bir şüphe içindeydiler.